Elinde bir kalem tutuyordu, ama yazmıyordu. Sanki bir düşünceyi, dilediğince biçim alana ya da hayat bulana dek zihninde aşağı yukarı, ileri geri yuvarlıyordu.
Kaç yıl olmuştu uzak düşeli
Böyle ortak söylenen türkülerden
Doruklardan uçurumlara dökülen
Yedi renkli sevinçlerden
Ve en korkunç yangınların ortasında bile Bahçe pınar düşlerden
Ki kurşun yarasına kalem sokmak cinsinden hani
Acısı yar olmuş dayanmış
Umudu nar olmuş çağalmış
Dostlarla birlikte kol kola
kaç yıl olmuş söyler misin
''Devlete ve toplumsal düzene karşı ne kadar meydan okurcasına yazarsa yazsın, yazar -sanki iktidar sahipleri tarafından ciddiye alınmıyormuşçasına- takibata uğramamaktadır. Ama koşullar değiştiğinde ve kalem tartışmaları tehlikeli hale geldiğinde, edebiyat cephesindeki muhalefet susmaktadır.''
On asırdır Türkiye'ye, Anadolu'ya yerleşen Türk unsuruna "Onlar Türk değildir." diyecek kadar mantıksızlık gösteriyorlar. [...] Bu kadar cahil, bu kadar evham yaşayan kişilerin, ellerinde kalem, serbest serbest içimizde gezmeleri içtimaî bir tehlikedir.
"Elinde yasa olanlar, kalem olanlar böyle şey düşünüyor mu şimdi? Kalkınıyoruz, kalkındırıyoruz diyorlar, hepsi palavra! Ancak kendilerini kalkındırıyorlar!"
"Rebî b. Huseyn, yirmi sene dünya kelâmı konuşmadı. Sabah olunca bir hokka kalem ve kağıt alır, her konuştuğunu yazardı. Akşam olduğunda ise nefsini o konuştuklarından hesaba çekerdi. "
Bu içtimai yara insanlığı ürkütür
Hem öyle bir yara ki vicdanları çürütür.
Hatta psikologlar boşa kalem yürütür,
Ey tıp seni bekliyor tımarhane delisi.
KALEM SENİN ELİNDE...
Gecenin bir yarısı değil, her yarısı uykun kaçar ya hani, sonra içmediğin halde camın kenarında canın bir sigara yakmak ister ya hani, dikersin gözlerini gökyüzüne, o parlayan yıldızlara ve dalarsın; onunla yaşanan ve belki de tekrarı olmayacak o güzel anlara. Hani ellerini avuçlarındaki ter ile tuttuğun, gözlerine bakmadan usanmadan baktığın, kucağındasın sımsıkı sarıp sarmaladığın o hep mutlu olduğun anlar gelir ya aklına. Ve kocaman bir tebessüm oturur yüzüne, yüreğine. Ya sonrası mı? Sevdiğim; kalem senin elinde, nasıl yazmak istersen öyle biter bu hikâye.
Beckett'e göre, kimi öykülerinde ve şiirsel düzyazılarında betimlediği gibi, sonsuz bir “bataklığın” dibinde “önünü görmeden” ilerlemeye çalışan yersiz yurtsuz, malı mülkü olmayan bir “serseri” konumundadır insanoğlu... Ünlü “Beckett Üçlemesi”nin ilk romanı Molloy'un başkişisini yaşlanmış, bedensel açıdan yoksunlaşmış, ama yine de “göçebe hareketliliği” içinde bir “serseri” olarak görürüz. İkinci roman Malone Ölüyor'da ise artık yatağa bağımlı olan kahraman daha doğrusu anti-kahraman- bir yaşlılar evinin tek başına kaldığı odasında yatmakta ve yalnızca yazma edimini gerçekleştirebilmektedir. Elindeki —yontula yontula iyice küçülmüş— kurşun kalem bittiğinde yazamayacak ve bedeni cansız kalacak... Üçüncü kitap Adlandırılamayan'a geldiğimizde, görüyoruz ki yalnızca “bilinç” kalmış ortada. “Serseri”nin bedeni yokolmuş... Beckett, “ruh”un ölmezliği konusunu çoktan geride bırakmış. Ama “bilinç” ne olacak? Beckett bunu bilemiyor, bu yüzden de bilinç sürüyor. Ama bilincinin içinde dolaştığımız kişi yok artık, adı yok, adlandırılamıyor...
Samuel Beckett Yüz Yaşında/Ayşegül YükselKitabı okudu