İnsan ruhunu ve onun derinlerde gizlediklerini yüzümüze yüzümüze daha iyi çarpan biri var mı acaba?
İnsana insanı kelimelerle canlandıran bir tiyatro eseri gibi Yeraltından Notlar.
Eseri okurken -özellikle Yeraltı bölümünde-parça parça o kadar çok düşünce geliyor ki insanın aklına, not etmekten başka çare bırakmıyor.
Ömür boyu içinizde taşıyabileceğiniz bir eser. Zaten taşıdığımız da bir eser. Neden mi? Çünkü birçoğumuzun varoluşsal sancılar çekiyorum diye gezmeyi adet edindiğimiz dünyada, yazar yerin altından bildiriyor. Yeraltı diye bahsettiği yer ise beynimiz. Freud ona bilinçaltı demişti. Dostoyevski ise yeraltı diyor.
“Evet efendim 19.yüzyıl insanı en başta karaktersiz olmalı, böyle olmaya manen mecburdur; karakter sahibi, çalışkan bir insansa oldukça dar kafalıdır.” diyor kendileri. Yıllar öncesinden günümüze ayna tutuyor. Şener Şen’in “Namuslu namussuz” filmi geliyor aklıma. İyilerin hep kaybedeceğini düşünmedik mi hiç? Tüm çıplaklığıyla anlatıyor yerin altından.
“Yemin ederim ki, her şeyin fazlasını anlamak hastalıktır” diyor. Günümüzde ne geliyorsa başımıza fazlasıyla anlamaktan gelmiyor mu zaten? Ekliyor da devamında : “İyiyi, güzel ve yüksek şeyleri ne kadar çok anladıysam, o kadar derinlere battım, sıkıştım kaldım içlerinde.” İyi ile kötünün içimizde, insanlık var olduğundan beri çarpıştığını gösteriyor hepimize.
Deliriyorum kitabı bitirdiğimde, ancak bu kitap hiç bitmez, bitemez. İçimizde daima iyi ile kötü çarpışacak, bundan kaçışımız yok. Yerin altına da girsek böyle girmesek de böyle.
Başucu eseri değil “başiçi” eseri.
Teşekkür ediyorum.