1930'lu yıllarda halk, korkusundan cuma namazlarına bile gelemiyordu... Kastamonu bir gâvur işgaline uğramış olsaydı, halk bu zulme karşı direnirdi. Ama kendi devletinin zulmü önünde kan kusuyor, kızılcık şerbeti içtim, diyordu.
Olgular bunu doğrulamıyor. O tarihteki Dersim’in bir Çankırı, Kastamonu, Burdur, Yozgat, Gümüşhane veya Tokat’tan bir farkı bulunmuyordu. Anılan yerler sosyo ekonomik bakımdan ne durumdaysa; Dersim’inki de üç aşağı beş yukarı aynıydı. Çok daha önemlisi: “Halkı köleleştirip cahil bırakmak”la suçlanan Dersimli önderlerin büyük bir kısmı; Ankara’ya gönderdikleri talepnamelerinde “Kürdistan’a özerklik” isteminin içini şöyle dolduruyorlardı: “1924 Şeyh Sait isyanı patlak verdiğinde; dönemin Diyarbakır Valisi Ali Cemal (Bardakçı), Dersimlileri Kürt Ayaklanmasının uzak tutmak için Seyit Rıza ile görüşür. Seyit Rıza, ayaklanmaya katılmama karşılığında Dersim’de parasız yatılı bir okulun açılmasını; Kürt öğretmenlerin yetiştirilmesini; bazı gençlerin hükümet hesabına İstanbul, Ankara ve Avrupa’ya yüksek öğrenime gönderilmesini; yollar, köprüler yaptırılarak tarımsal ve ekonomik gelişmenin sağlanmasını istemişti. Vali, Dersim’de okullar açılarak Alevi geleneklerine uygun bir öğrenim yapılacağını vaat etmişti.”
(M. Nuri Dersimi, age, s. 128-29)
Mantıklı düşünelim: “Okullar açılıp gençlerin Avrupa’ya gitmesini ve ekonomik altyapının gelişmesini” talep eden Dersimli liderler, nasıl olur da “halkı cahil bırakmak”la suçlanırlar. Ya da halkı cahil bırakmak isteyen aşiret reisleri, böyle taleplerde bulunabilirler mi?
Bu şuhur-u selâse, seksen küsur sene bir ömrü kazandırıyor. Elbette sizler gibi mücahidler, onu kazanmağa çalışacaksınız. Cenab-ı Hak her bir gecesini sizin hakkınızda Leyle-i Mi'rac ve Leyle-i Berat ve Leyle-i Kadir kadar kıymettar eylesin, âmîn.
Hem de Risale-i Nur'un aşikâr bir kerametindendir ki, bin üçyüz ellidokuz (1359) sene-i hicri Ramazan-ı Şerif'in on veya onikinci günlerinde -Allah rahmet etsin- vefat eden kardeşlerimizden Hatib Mehmed namındaki zât, Yirmialtıncı Lem'a olan İhtiyarlar Risalesini yazarken hasta olarak yazmağa kàdir olmadığından "Lâ ilahe illâ Hû" kelime-i tevhidi yazarak bıraktığı, ziyaretine gelen diğer kardeşimiz ve faal arkadaşımız, Feyzi Mehmed Efendi'ye ikmalini rica ederek dünyaya veda ve ebedî hayatına, inşâallah bu kelime-i tayyibe ile hayatının sonunu mühürleyerek imanlı olarak kabre girdiğini izhar ve Risale-i Nur'un talebelerine açık bir müjde ve tebşiratta bulunmuştur.
İşarat-ı Kur'aniye'nin yirmialtıncı âyetinin فَفِى الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ sırrıyla, "Risale-i Nur talebeleri, iman ile kabre gireceklerdir" tebşiratının sıdkını gösteren bu açık kerametin ve tebşirat-ı azîmenin bütün kardeşlerimize tamim olunmasını, Risale-i Nur'un derece-i ulviyetini ve hâdimlerinin mükâfatlarının ne zaman ve ne suretle verilmekte olduğunu aynelyakîn bilinmek ve görülmek üzere, şu hakikat muvafık ise İşarat-ı Kur'aniye Risalesine tahşiye olunmasını rica ederim, kıymetli Üstadım.
Risale-i Nur şakirdlerinden
Ahmed Nazif Çelebi