Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Kelimelerin Gücü

Kelimelerin Gücü
@kelimeleringucu
2 okur puanı
Mayıs 2022 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
Reklam
Beşikler vermişim Nuh'a Salıncaklar, hamaklar, Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır, Anadoluyum ben, Tanıyor musun ? Ahmed Arif
Altı üstü birkaç harf! Söylemesi de kolay: dört ay, iki hece! Çeyrek saniye içinde dudaklar böyle bir sesi çabucak uyduruvermiş: dört ay! Ama boşlukta, zamansızlıkta geçen bir dört ayın ne kadar sürdüğünü hiç kimse ne bir başkasına, ne de kendine anlatamaz,

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
bilindiği gibi dünyada hiçbir şey insan ruhunu hiçlik kadar baskı altına alamaz.
Şu doğaya bak,hem korkutucu hem de bu denli çekici, bu denli güzel..
Reklam
İnsanın dünya üzerinde yalnız kaldığı anlar vardır... böylesi anlarda, içini dökebileceği tek varlık bazen sadece yolu oraya düşmüş bir böcektir. Yalnızlığın ve dışlanmışlığın acısı, sıradan bir böcek de olsa bir dinleyici bulduğunda hafifler mi?
Senden sonra da bir hayatım oldu, yaşadım, evlendim, bedenim başka birinin bedenine yaklaştı, başka bir el dolaştı vücudumda, başka birinin kokusu sardı etrafımı... Ama bu aşk değildi, aşk haram oldu bana, aşk hep uzağımda kaldı, bedenim, ruhum bir daha aşk nöbetine tutulmadı. Sen varken, yüreğimde senin aşkın vardı, kokunu hissediyorum. Ceco... Senden sonra aşkın ilahi bir düş olduğunu anladım, ruhun cenneti olduğunu... Seni kaybettikten sonra anladım bunu
Ancak beş para etmez hayatımın bütün bu ders ve tecrübelerine rağmen, iki şeye anlam veremedim: Bu kanlı Mezopotamya'nın esareti niçin bu kadar sonsuz, derin ve köklüdür? Niçin Mezopotamya insanı her zaman gaddar darbelerle yıkılıyor? Esaret niçin bu kadar sonsuzdur burada? Anlamadığım diğer şey de şu: Bu kadim ve mukaddes diyar, niçin bu kadar kin ve ve nefretle yoğrulmuş? Dicle ve Fırat havzasında yaşayan insanlar, neredeyse hepsi aynı esaretin zincirleriyle bağlı olmalarına rağmen, niçin bu kadar birbirlerine düşman, niçin birbirlerine karşı bu kadar acımasız?
Toprağa düşecekler,Baz bunu biliyor,toprağa düşerken doğa türkülerini söylemeye devam edecek. Bu türküler kefenleri olacak, onları sarıp sarmalayacak.
Büyük ve sonsuz bir arzuyla baktığım, tanıdığım sayısız kız, sayısız kadın oldu. Tenlerini, bedenlerini, ruhlarını, yüreklerini tanıdım. Ama hiçbiri ruhumda, yüreğimde bu ne olduğunu bilmediğim duyguyu yaratmadı. Hiçbiri bu kadar sarsmadı beni, hiçbiri şu lanet yüreğimi bu kadar etkilemedi, kanımı bu kadar kaynatmadı. Bunun sırrı ne? ona sormalıyım, tane tane söylemeliyim, ondan duyup anlamalıyım..
Reklam
Manzarayı seyrediyor Kevok. '' Allahım! '' diyor, '' Bu doğadaki tuhaflığın mantığı ne? Şu doğaya bak,hem korkutucu hem de bu denli çekici, bu denli güzel...An geliyor canavarlaşıyor, her şeyi yutuyor,an geliyor bir anne oluyor, her şeyi şefkatle kucaklıyor. Demekki Newroz'u burada karşılamak vardı kısmette. Nasıl da yeni renklerini kuşanmış doğa, nasıl da dirilmiş böyle..Her şeyi önüne almış sürükleyen bu nehir, aylarca bekledikten sonra bütün görkemiyle yeryüzüne çıkan bu çiçekler, yeşeren çimen ,gür otlar...Hepsinin üstüne bu bin bir dilden bin bir türkü söyleyerek ötüşen kuşlar...Her şey sonsuz bir özgürlük içinde ''
İncecik, kıl gibi ince bir sızı Kevok'un yüreğinden çıkıp beynini deliyor. '' Rênas ''diyor Kevok fısıldar gibi hafif bir ninni söyler gibi. ''Rênas... Rênas.'' Rênas'ın gözleri kapalı, yüzüne kan bulaşmamış, ağzı gözü toz içinde, derin bir uykuda sanki. Yüzü sapasağlam uyumuş gibi, bir düş görmüş gibi, öyle sakin öyle huzurlu, öyle masum yatıyor.
Yaşam buydu işte, çatlayan olgun narlar, bembeyaz tüller ve kan kırmızısı damlalar.
Kendi anadiliyle barışık olan birisi, diğerleriyle de barışık olur, onları sever.
Manzarayı seyrediyor Kevok. '' Allahım! '' diyor, '' Bu doğadaki tuhaflığın mantığı ne? Şu doğaya bak,hem korkutucu hem de bu denli çekici, bu denli güzel...An geliyor canavarlaşıyor, her şeyi yutuyor,an geliyor bir anne oluyor, her şeyi şefkatle kucaklıyor. Demekki Newroz'u burada karşılamak vardı kısmette. Nasıl da yeni renklerini kuşanmış doğa, nasıl da dirilmiş böyle..Her şeyi önüne almış sürükleyen bu nehir, aylarca bekledikten sonra bütün görkemiyle yeryüzüne çıkan bu çiçekler, yeşeren çimen ,gür otlar...Hepsinin üstüne bu bin bir dilden bin bir türkü söyleyerek ötüşen kuşlar...Her şey sonsuz bir özgürlük içinde ''
Reklam
Dağlar, vatanının dağları; yerle gök arasındaki köprü, sevginin, düşün, aşk hayallerinin köprüsü. Onun dağları, yaralı yüreklerin ilacı, susamış, kuru boğazların suyu, açların ve çaresizlerin ekmeği, her şeyin pınarı, duruluğun, temizliğin, huzurun ve gerçeğin kaynağı. Dağları, evet, başı sonu olmayan derelerin, ırmakların pınarı, toprağın ve dünyanın bereketi, suların ve kokuların bereketi, tayr û tayurun, arı kuşlarının, bulbullerin stranı, aslanların, kaplanların, ayıların, kurtların korunağı, kartalların, şahinlerin, atmacaların yuvası. Dağlar Ülkesi'nin dağları; yüzlerce, binlerce yıldan beri yaşlı, dünün ve günün şahlanışlanyla genç, ölümsüz, sınır boylarında başı dik, asi, isyancı makamı, dengbêjlerin ağzında deyiş, şairlerin dizelerinde sözcük... Bu dağlar, bu yalçın, güzel dağlar... Umut yurduna dönen, umudun kendisi olan dağlar
Bütün yontulmamış varlıklarda olduğu gibi onda da gülünç bir kendini beğenmişlik vardı