"Neden? Neden ona seçim şansı veriyorsun ki?" diye lafa girdi Kilorn.
Bunun cevabı çok basitti ve içimi parçalıyordu. "Çünkü kimse bana bu şansı vermemişti."
Tuz gözlerimi yakıyordu ama aşağısı düşündüğüm kadar karanlık değildi. Gün ışığı suda kırılarak yansıyor, üstümüzdeki iskelenin gölgesini aydınlatıyordu. Kilorn hızla yüzerek bizi kışlanın yan tarafına doğru çekiyordu. Suda kırılan güneş ışığı çıplak sırtına benek benek düşüyor, onu bir deniz yaratığına dönüştürüyordu. Başka düşüncelerle aklımı meşgul etmemeye ve fırsat buldukça ayak çırpmaya odaklandım. Oksijensizlik sancıya dönüşünce içimden, bu sekiz metre değil, diye homurdandım.
"Sen bana, benim sana baktığım gibi bakmadın hiç; tüm bunlar başlamadan çok önce, Sütunkent'teyken bile. Bir gün bunun değişeceğini düşünürdüm ama..." Omuzlarını silkti. "Senin içinde beni sevmek yok."
"Neden?" diye lafa girdi Kilorn. "Neden ona seçim şansı veriyorsun ki? Erişebileceğimiz herkese ihtiyacımız olduğunu kendin söyledin. Bu Nix denilen adam senin yarın kadar bile güçlüyse onun gitmesine izin veremeyiz."
Bunun cevabı çok basitti ve içimi parçalıyordu. "Çünkü kimse bana bu şansı vermemişti."
Kendime, sonuçlarını bilseydim de bu yolda yürüyeceğimi... Kilorn'u mecburi hizmetten kurtaracağımı, yeteneğimi keşfedeceğimi, Muhafızlar'a katılacağımı, yaşamları paramparça edeceğimi, savaşacağımı ve öldüreceğimi söyledim. Şimşek Kız olacağımı. Ama bunun doğru olup olmadığını bilmiyordum. Gerçekten bilmiyordum
Dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemeye çalıştım. "Tiberias ve ben tartıştığımızda böyle mi oluyoruz?" diye sordum kaşımı kaldırıp. "Öyleyse, gerçekten özür dilerim."
"Ikiniz on kat daha kötüsünüz," diye homurdandı Kilorn alçak sesle.