"Neden?" diye lafa girdi Kilorn. "Neden ona seçim şansı veriyorsun ki? Erişebileceğimiz herkese ihtiyacımız olduğunu kendin söyledin. Bu Nix denilen adam senin yarın kadar bile güçlüyse onun gitmesine izin veremeyiz."
Bunun cevabı çok basitti ve içimi parçalıyordu. "Çünkü kimse bana bu şansı vermemişti."
Kendime, sonuçlarını bilseydim de bu yolda yürüyeceğimi... Kilorn'u mecburi hizmetten kurtaracağımı, yeteneğimi keşfedeceğimi, Muhafızlar'a katılacağımı, yaşamları paramparça edeceğimi, savaşacağımı ve öldüreceğimi söyledim. Şimşek Kız olacağımı. Ama bunun doğru olup olmadığını bilmiyordum. Gerçekten bilmiyordum
"Kilorn fazladan bir somun ekmeği ya da birkaç dakikalık fazla elektriği umursamıyordu. Tezahürat etmesinin nedeni bu değildi. Gerçekten de kan, özellikle Gümüş kanı; gümüşkan görmek istiyordu. Kan damlaları tüm arenaya saçılmalıydı. Kanın bizim olmadığımız, olamayacağımız ama olmak istediğimiz her şey anlamına gelmesi onun için önemli değildi. Sadece bunu görmeye, onların da incinebilir ve yenilebilir gerçek insanlar olduğunu düşünüp kendini kandırmaya ihtiyacı vardı. Ama ben işin aslını biliyordum. Onların kanları bir tehdit, bir uyarı ve bir vaatti.
Biz aynı değiliz ve asla da olmayacağız."
“Acaba bunlar tam olarak ne zaman, hangi saniyede gerçekleşmeye başladı, diye düşündüm. Hangi seçimle? Her şeyi Kırmızı Muhafızlar’a saldırmak için fırsat kollayan ve zihnime bakan Elara mı başlatmıştı? Yoksa beni Kraliçedenemesi arenasında düşüren Evangeline mi? Ben sadece bir Kızıl hırsızken, elimi tutan Cal mi? Yoksa efendisinin ölümüyle kaderi belli olan ve askere alınma lanetiyle karşı karşıya kalan Kilorn mu?”
Yapayalnızsın.
Sonuncusu doğru değildi. Cal bunun bir kanıtıydı; tıpkı Kilorn, Shade ve Farley gibi. Ama benimle birlikte olsalar da yanımda hiç kimsenin olmadığı fikrinden kurtulamıyordum. Arkamda bir ordu bile olsa hâlâ yalnızdım.
Kilorn geriledi vs motor çalıştığında irkildi. Ardından bana sırıttı ve yüzü, onu yumruklamayı istememe neden olan sırıtışa büründü.
"Farley'ye selamını söylerim."
"Neden? Neden ona seçim şansı veriyorsun ki?" diye lafa girdi Kilorn.
Bunun cevabı çok basitti ve içimi parçalıyordu. "Çünkü kimse bana bu şansı vermemişti."
Eğer bunların hiçbiri olmasaydı, eğer Kilorn'un ustası ölmeseydi, eğer Gisa'nın eli kırılmasaydı ve eğer hiçbir şey değişmemiş olsaydı. Eğer. "Eğer" dünyadaki en kötü kelimeydi.
"The next words are like a knife in my heart. Kilorn draws a ragged breath, somehow I wish I wouldn't have to hear him. "They're going to send me to the war."
Dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemeye çalıştım. "Tiberias ve ben tartıştığımızda böyle mi oluyoruz?" diye sordum kaşımı kaldırıp. "Öyleyse, gerçekten özür dilerim."
"Ikiniz on kat daha kötüsünüz," diye homurdandı Kilorn alçak sesle.
Ona her şeyi söylemek istiyordum. Mere'yi herkesten daha iyi tanıyordu, benim balıkçı çocuk Kilorn'u tanidığım gibi. Ama o insanlar artık yok. O insanlar artık yok olmak zorunda
Onlar böylesi bir dünyanın içinde hayatta kalamazlar. Başka biri olmam gerekiyordu, kendi gücünden başka hiçbir şeye güvenmeyen biri. Kilorn ise yeniden Mare olmamı ve olmam gereken insanı çok çabuk unutturuyordu.