Zira o an anladım ki o bir cnbc-e, ben ise Flaş TV’ydim. O “Ustalara Saygı Kuşağı”, ben “Türkü Bacı” programıydım. O anda ilişkiyi kafamda bitirip çökeleğimi, bulgurumu alıp eve geldim.
Yaşlı bir adamdı. Ne vakit dara düşsem, kafama bi konu takılsa, bir çıkmaza düşsem haber salardım kendisine. Balıkları mangala atar, beni beklerdi. Balıklar yağını vermeden, daha mangaldan inmeden, koltuğumun altında 35'lik şişe ile belirirdim tepedeki kulübesinin kapısında. Hiç kapalı değildi kulübenin kapısı. Ben her seferinde kapısını kapamadığı, kilitlemediği için bu dağ başında bir gün başına bi şey geleceğinden kaygılanmadığım için kızardım, o da her seferinde beni utandırır bir gülümsemeyle karşılardı bu tavrımı ve "Kaybetmek için sahip olmalısın önce. Sahip olmadığın şeyi kaybedemezsin evlat" diye eklerdi. Sonra ben anlatırdım, dinlerdi. Balıklar pişerdi. "Bu da kurdun kuşun hakkı" der, balığın birini barakanın önündeki çayıra doğru sallardı. Sonra ben yine anlatırdım, dinlerdi. Ekseriyetle doğadan, canlılardan örneklerle öneriler verirdi. Sonra bağlamasını duvardan indirir, çalardı. Aynı türküyü söylerdik hep. Sonra ben omzunda ağlardım. O uzaktaki şehrin ışıklarına dalardı, konuşmazdı, ağlardı...
1)Toplumumuzun ve Kendisinin kurbanı kendimi gördüğüm Selimciğim Işık
Oğuz Atayın hem melankolik hem kendimde hissettiğim şeyleri çok iyi açıklaması ve oradaymışçasına yazması ama bunu yaparken'de sarkastik dilinden ödün vermeyip arabeske bulaşmama ustalığını göstermesi açısından :(
Tutunamayanlar
2)Okurken Elimden Bırakamadığım kendisine bağımlı