İnsan yaşamı ‘an’ların bıraktığı izlerden ibaret. Yaşanan bir olay iki tarafta hep bambaşka şekillerde anlam bulur. Kitabı okurken hayatın olağan akışında, kendi iç sesinizle yapabileceğiniz çok kişilik konuşmaları bulabilirsiniz. Ya da ben etrafımdaki kalabalık yeter gelmediği zamanlar, kafamın engin boşluğuna kalabalıklar türetip onlarla çoklu konuşmalar yapıyor, tartışıyor, küsüyor, barışıyorum. Ve bu sayede sabah işime gittiğimde herkes kadar, olağan cümlelere gülüp, abartısız tepkiler vererek evime dönebiliyorum. Dünya bazen hangisi bilmiyorum. İç konuşmalarımız mı? Dış dünyadaki karşılıklı diyaloglar mı? Ya da yazarlar bunca kitabı umdukları cümleler başka dudaklardan döküldüğünde mi yazma ihtiyacı duyuyor, yoksa yeni bir dudak daha kendi içinden geçen zıt fikri söylesin diye yeni karakterler yaratıyor? Bilmiyorum. Ama kitabı okuduğunuzda o zavallı kızın ne derin bir duygu içinde olduğunu da, karşısındaki adamın ne yüzeysel hislerle iç acısını duyduğunu da görebiliyorsunuz. Kendi kafanızın içinde de. Sayfasını çevirdiğiniz eserde de.