Bir Ateşpare Bin Yangın sözleri ve alıntılarını, Bir Ateşpare Bin Yangın kitap alıntılarını, Bir Ateşpare Bin Yangın en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Eski İstanbul, eski Ramazanlar ve bayramlar ve eğlence hayatı deyince aklınıza ilk gelen isim Ahmed Râsim değilse, iyi bir okuyucu değilsiniz demektir.
Ama ben onun Mor Salkımlı Ev (1967) adlı hâtırat kitabını özellikle tavsiye ederim. Bu kitabın bazı bölümleri, eski İstanbul’u anlamak bakımından önemlidir.
Mehmed Âkif de İstanbul sokaklarına aynı amaçla dolaşır; Safahat çarpıcı İstanbul manzaralarıyla dolu bir kitaptır. Aralarındaki fark şu: Hüseyin Rahmi, romanlarında anlattığı mahallelerde değil, Heybeliada’da yaşamaktadır. Âkif ise acı bir dille eleştirerek tasvir ettiği şartların içinden gelir. İstanbul’u bir peşin hükümden yola çıkarak yazan Hüseyin Rahmi’nin aynı sokaklarda mesela Ahmed Râsim’in gördüklerini fark edebilmesi mümkün değildir.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu cümlelerindeki tespite katılmamak mümkün değildir: “İstanbul halkı, servetlerini, saadetlerini kemiren bu âfetle baş başa yaşaya yaşaya ona garip bir surette alışmış, önüne geçemeyeceğini anlayınca onu hayatının çerçevesi içine almıştı.
Şia, 10 Muharrem’de aşure pişirmeyi bid’at saymışsa da, tarikatlerin matemin bir parçası hâline getirmeyi başardıkları bu gelenek zamanla halk arasında da yayılmıştır.
Ne kadar istiyorum, akşamleyin, ezanda,
Eski bir evde olmak, orda, Eyüpsultan’da
Bir yandan ölmüşlerim, bir yanda kalanlarım.
Duyayım: Gece, gündüz, hayat, ölüm içiçe
Dallara konan karga, camımı vuran serçe.
Toprakta yatan annem, eli dizimde karım.
Şehri, sadece mimar ve mühendislerin planlarından ibaret görmek, 19. yüzyılın dalaletlerinden biridir; modern şehirler bu yüzden cetvelle çizilmiş gibi dümdüz caddeleri, pergelin çizilmişe benzeyen meydanları ve bitişik nizam apartmanlarıyla ruhlarda bezginlik yaratıyordu. Paris, Viyana, Madrid gibi tarihî şehirlerde ayrı ayrı kimliklere sahip semtler, 19. yüzyılda, hendesîleşmek uğruna yok edilmişti. Şimdi de İstanbul aynı akıbete uğramak üzereydi.
Eski Türk şehirlerinde planın esası arazinin topoğrafik yapısına göre belirlenirdi. Makbul olan, tabiata tecavüz etmek değil, onu tamamlamak, onun bir parçası olarak doğup gelişmekti. Şehir, geleneğin şaşmaz ölçüleri kullanılarak tespit edilen mevkilere kurulan külliyelerin etrafında irticalî bir biçimde teşekkül ederdi.
Refik Hâlid, aynı yazıda, kefene de benzettiği kar’ı, hızını alamaz, ölümle eş tutar: “Kar ve ölüm? İşte kan donduran iki kansız! Ceset çürür, kar erir. İkisinin de bu hâli kirli ve iğrençtir. İyi ki eriyen kar, ayrıca bir de çürük kokmaz!”
Her yeni keşifle İstanbul'a biraz daha bağlanan Yahya Kemal, bir noktadan sonra, ömrünün bu şehirdeki bütün bütün güzellikleri ve değerleri keşfetmeye yetmeyeceğinden korkmaya başlamıştı.