Yıllar yıllar evvel ilkokula giderken ailece marketteyiz. Kitapların önünden geçerken gözüm Gogol’un Ölü Canlar’ına takıldı. Aldım attım sepete eve gidip bi hışım başladım okumaya ve 2. sayfada aldım hevesimi. ‘La bu adam ne diyo?’ ile ‘Acaba ben bu kitabı neden aldım?’ ikilemi arasında can çekişirken Gogol’u öcü yazarlar ailesine ekleyerek tozlu raflara kaldırdım.
Yıllar yıllar sonra öykü kitabını aldım ama bir türlü elim gitmiyor. Yaklaşık 2 yıl kütüphanemde kesişip durduk ve işte sonunda oldu: Okudum.
Kurduğum tüm şemaları yıktı bu kitap. Gogol’un ironileri, tahlilleri, toplum ve insan eleştirileri, ince alayları beni benden aldı.
Hele ‘Portre’ öyküsüne ne demeli! Kitabı basan arkadaşlara tek isyanım: Neden ilk olarak bu öyküye yer vermediniz?
İlk öykü Neva Bulvarı bolca betimleme ile selamlıyor bizi. Eğer ki bu betimlemelerde kitaba biraz zaman tanırsanız gerisi su gibi akıp gidiyor.
Sırasıyla; Neva Bulvarı, Burun, Portre, Palto, Bir Delinin Anı Defteri, Fayton adlı öykülerden en beğendiğim kesinlikle Portre oldu.
Portre adlı öyküde yazar başlangıç olarak acıma, ana yemek olarak gerilim(ama nasıl gerilim!) tatlı olarak da nasihat sunuyor bize. Çok akıcı bir o kadar da etkileyiciydi bence.
Palto’nun da hakkını yemek istemem açıkçası. Duygu geçişleri, insan ilişkileri çok başarılı işlenmişti.
Son öykü Fayton ise yüz güldüren komik bir öyküydü. Kapanışta ‘Gogol’u nasıl bilirdiniz?’ derlerse komik bilirdik dememiz bile muhtemeldir.
Okuyacak olanlara şimdiden iyi okumalar derdim ama kitabı benden başka herkes okumuş galiba