Her yerde, her şeyde seni görüyor, senin sesini duyuyorum. Onların vücuduna temas eden vücudum bile her zerresi ile senin sıcaklığını, senin kokunu hissediyor.
Kendimin, vücudumun, ruhumun, her zerresinin didik didik edildiğini, kanımın canımın çekildiğini, içimde insana yaşama aşkı veren ne var ne yoksa her şeyin tedricen öldüğünü, yok olup gittiğini hissediyordum.
Hep birbirimize benzeriz. Tabiî benzeriz: Her gürültü çıkaran, dünyanın en güzel bestesini yapmıştır ki; iki satırı birbiri ile kafiyeleyen, en güzel şiiri yazmıştır; ben üstündeki her leke bir şaheserdir tabiî...
Herkesten ayrılmış, tek başına bir müzeye oturtulmuş mu hissediyorsun? Bu dertleri dökmenin, içindekileri söküp atmanın zamanı geldi artık. Yoksa kafamda bir kanser gibi dal budak salarak seni mahvedebilir. Kimbilir belki bu der çukurunda yalnız da değilsindir.
“Kadınla erkeğin vücudu aşk ile birleştiği zaman bundan bir vaat, bir umut doğar. Bu, bazan o kadar derinde, ta hücrelerin içerisinde gömülüdür ki; düşünceyle dahi kavranamaz. Bu keskin ve kesin vaat bir çocuktur; yer sarsıntısı ve şimşekten doğacak bir çocuk. Her iki vücut birbirine karşı bu görevi yüklenir. Ama bunlardan biri bu vaadini hiçbir zaman yerine getiremeyeceğini kesin olarak biliyorsa... İşte bütün boşluk buradadır. Her şey bir rol, bir bahane, bir yalan, derin bir lüzumsuzluk ve manasızlıktan ibaret kalır.”