Şimdi bazı kitaplar hakkında müthiş övgüler duyuyoruz ve bu kitaplara büyük beklentilerle başlıyoruz, kimi zaman bu beklenti sonucu hayal kırıklığına uğruyoruz ya da aradığımızı bulamıyoruz. Fakat bu üçleme öyle bir yazılmış ki bittiğinde duyduğunuz ya da okuduğunuz tüm övgüler hak ettiğini anlıyorsunuz.
Sırrı ne? Başka kurmacalardan ayıran ne derseniz ben iki farklı boyuttan bahsedebilirim. İlk olarak okurların genelde alışkın olduğu “her çocuk masumdur” tezini yavaş yavaş bilinçli bir şekilde ortadan kaldırması. Bir diğeri de kurgu içinde kurguyu sinematografik bir şekilde sırrı bozmadan, zihni sürekli bulandırarak, kitap boyu aktif bir okur kalmamızı sağlaması.
Özellikle Büyük Defter’in sertliği beni zaman zaman Sineklerin Tanrısı’na götürdü. Fakat bu ikizlerimiz daha akılcı. Duygusuzlukları, soğukkanlılıkları, zalimlikleri üst düzey. Duyguları değil yaşamayı öğrenmek istiyorlar. Acıyı, açlığı, her bir hissi deneyimleyip sevmeden aktarıyorlar bize. Yakınlaşmadan sinsice.
Kanıt’ta ise Lucas’ın izini sürüyoruz, imgelemlerinden ikizini arıyoruz. Birçok karakterle tanışıyor, Mathias, Yasmine, Clara..
Zaman zaman bu karakterler hikayenin önüne geciyor gibi hissetsem de hepsini ayrı ayrı anlamayı çok sevdim.
Üçüncü Yalan’da ise karşımıza en azından gerçek bir üç yalan çıkıyor. Ya da gerçek mi demeliyiz? Ya da hangisini nasıl şekilde adlandırmalıyız zihniniz bulmaya çalışsın.
Haliyle benim de zorlandığım bölüm burası oldu.
Keyifle okudum.