Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Aleviliğin Kayıp Hafızası

Dergah'ın Sırrı

Erdoğan Çınar

Dergah'ın Sırrı Gönderileri

Dergah'ın Sırrı kitaplarını, Dergah'ın Sırrı sözleri ve alıntılarını, Dergah'ın Sırrı yazarlarını, Dergah'ın Sırrı yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
204 syf.
7/10 puan verdi
·
27 saatte okudu
Yazarın bu kitabı da diğer kitapları gibi bilgi yüklüydü fakat bütün kitaplarını üst üste okuyunca mı oluyor bilmiyorum okudukça sıkıldım biraz. Çünkü mevzu aynı. Bilgiler hep aynı yere çıkıyor ve aynı şeylerin bahsi geçiyor bu da ister istemez sıkıyor insanı. Bu kitabında tekrarlar daha çoktu diyebilirim. Diğer kitaplarına nazaran bu kitabında
Dergah'ın Sırrı
Dergah'ın SırrıErdoğan Çınar · Kalkedon Yayıncılık · 201225 okunma
Günümüzde ‘Yas-ı Ma’tem’ günleri her ne kadar Kerbela merkezli olarak gündemde tutulsa da; Kerbela vaka­sı ‘Yas-ı Ma’tem’ günlerinin teatral yanını oluşturur. ‘Yas-ı Ma’tem’ günlerinde gerçekte ‘saf, lekesiz ve tertemiz’ Mahdi’nin ortadan çe­kilmesinin yasının tutulduğu çok açıktır.
Sayfa 164 - KalkedonKitabı okudu
Reklam
Erik Comell’in isabetle tespit ettiği gibi; “Sürekli olarak bas­kı, şiddet ve katliama maruz kalmış olmaları nedeniyle Aleviler kendilerini ve öğretilerini gizlemek zorunda kalmışlardır. Ayrıca bütün bu şiddet ve katliamların yarattığı zor yaşam koşulları, on­ları bulundukları yerlerin hâkim inançlarıyla bir çeşit uzlaşma arayışına sokmuştur.” Anadolu’da Aleviler arasında yaşatıldığı ha­liyle ‘Yas-ı Ma’tem’; işte böyle bir uzlaşma arayışı neticesinde eski bir Anadolu geleneği üzerine son derece popüler olan îslami bir senar­yonun giydirilmesi ile ortaya çıkmış gibidir.
Sayfa 155 - KalkedonKitabı okudu
Anadolu’nun kadim halkı Alevilerin, Kerbela olayının yaşandığı çağda, kendi acılarını bir yana bırakarak, mensubu olmadıkları bir inancın takipçileri arasında çıkmış bir kavgada birdenbire en fanatik taraf haline gelmeleri için makul bir sebep olmadığı gibi, bugüne kadar bu yöndeki söylemlere kanıt olabilecek herhangi bir bulgu ve belgeye de rastlanılamadı. Eldeki veriler Kerbela vakasının ve On İki İmamcılığın, Alevi erkanına on altıncı yüzyıldan itibaren girdiğini gösteriyor.
Sayfa 154 - KalkedonKitabı okudu
Tübingen Üniversitesinden Prof. Dr. Manfred Korfmann’ın (1942- 2005) başkanlığında 1986 yılından başlatılan ve onlarca yıl süren Tru­va kazılarında, Truva Savaşı’nın yaşandığı yıllarda Truva şehrinde Luvilerin yaşıdığına ve kentte Luvi dili konuşulduğuna dair yeni ve kesin bulgular elde edildi. Kentin adı da bu bulguları doğrular niteliktedir. Luvi dilinden gelen bu sözcüğün bozulmamış hali ‘Truwa'dır (-(A)dr(a)-uva-.). Luvi dilinde Truwa ‘Adra’nın yeri’ demektir. Tru­va, Luviler tarafından kurulmuş ve ‘Ma’nın erkeği ‘Adra'ya adanmış bir Luvi şehriydi.
Sayfa 117 - KalkedonKitabı okudu
Alevi erkanında Ali ve Muhammed isimleri İslam dininin pey­gamberi Hz. Muhammed ve Hz. Ali’ye değil 'Ay ve Güneş’e işaret ederler. 'Ay ve Güneş' ise birlikte ve ayrı ayrı zamanın başlangıcın­dan bu yana var olan, tüm canlı ve cansız varlıklara ruhunu veren ‘Ya­ratıcı Büyük Ana'nın sembolüdürler. Aleviler tarafından Hz. Ali şah­sında Ay’a ve Güneş’e gösterilen saygının asıl adresini en iyi tarif edenlerden biri de Mevlana Celalettin Rumi’dir. Alevilerin Ay ve Gü­neş ile özdeşleştirip bir ulu nur olarak tarif ettikleri Hz. Ali’yi Mevla­na Celalettin Rumî, şu cümlelerle anlatır. “Cihanın temeli suret buluncaya kadar var olan Ali idi. Yer resmedilinceye, zaman husule gelinceye kadar var olan Ali idi. Veli, vasiy olan Şah Ali, cömertliğin, keremin, bağışın Sulta­nı Ali idi. Afaka her bakışımda gördüm ki, yakîn yüzünden her var­lıkta var olan Ali idi. Bu küfür olmaz, küfür olan söz bu değil­dir. Cihan var oldukça Ali var olur, cihan var olurken de Ali vardı.’ Mevlana Hz. Ali’yi, cihan var olmadan evvel var olan, cihan var oldukça da var olacak olan, sahip olan, koruyan, cömertliğin, keremin, bağışın sultanı olarak vasıflandırmıştır. Mevlana’nın Hz. Ali için sıra­ladığı sıfatlar ve vasıflar, yedinci yüzyılda yaşamış bir insanı tarif için fazlaca abartılıdır. Mevlana burada Hz. Ali’yi değil de, evrenin ilk olu­şumunda, var olan ve sonunda var olacak olan, doğanın mutlak haki­mi, bolluk ve bereket ihsan eden ‘Yaratıcı Büyük Ana’yı tanımlamış gibidir.
Sayfa 88 - KalkedonKitabı okudu
Reklam
Luvilerin ‘Yaratıcı Büyük Ana’sı ‘Ma’, Anadolu’da ve komşu coğrafyalarda Luvilerden sonra gelen uygarlıklar onu ana tanrıça kabul edip kendi tanrılar panteonunun en üstüne yerleştirdiler. Luvilerin komşuları olan Hititler, ona ‘Kubaba ’ dediler. Frigler, ‘Ma’ ile Anadolu’da tanıştılar ve ona Kibele adını ver­diler. Romalılar Kibele’yi Frigya’dan alıp Roma’ya taşıdılar. Kibele Roma’da, Magna Mater (Yüce Ana) oldu.
Sayfa 67 - KalkedonKitabı okudu
Ma ’, Eski Çağ’da Anadolu Işık İnsanlarının en yüce varlığı ve ‘Yaratıcı Büyük Ana’ydı. - Evrendeki tüm canlı ve cansız nesneler, ruhunu ondan al­mışlardı. O, varlığın başlangıcı ve sebebiydi; o evrenin ilk olu­şumunda var olan ve sonunda var olacak olandı; her şey ondan gelmişti ve nihayetinde ona gidecekti. - O zamanın tek tanığıydı. - Ma, canların kraliçesiydi; hayvanlar hakimesi, bolluk ve bereketin timsali doğal hayatın mutlak hakimiydi. - O, her şeyde vardı, her şey ondaydı.
Sayfa 66 - KalkedonKitabı okudu
Bugün adına ‘anne' dediğimiz o kutsal varlığın hemen hemen bütün dillerdeki adı, Luvi dilinden gelen ‘ma’ ya da ‘ama’ kök kelime­sinden türetilmiştir. - Türkçede, ana, - Baskça, ama - İngilizcede ma, - Galce, mam - Almanca, mama, - İsveççe, mamma - Fransızca, maman - Slovence, mati - Katalonca, mare - Latince, mater - Makedonca, Sırpça ve Hırvatça, Majka - Çekçe ve Slovakça, matka - İspanyolca ve İtalyanca, madre - Portekizce, mae - Flemenkçe, moader - Haitice, manman - Letonca, Mate - Estonyaca, ema
Sayfa 65 - KalkedonKitabı okudu
Öte yandan on altıncı yüzyılın son çeyreğine kadar ‘Işık taifesi’ ya da ‘Işık insanı’ olarak adlandırılan halk toplulukları, bu tarihten sonra isim değiştirerek Alevi adını almış olsalar da; bu yeni isim de an­lam, köken ve söyleyiş olarak Luvi sözcüğünün çok uzağında değildi. Bilge Umar, Luvi dilinde başında ‘a ’ olan sözcüklerin, bu ‘a ’nın ihmal edilerek söylenmesinin çok yaygın bir kullanım olduğunu ifade ettiği, ‘Türkiye’deki Tarihsel Adlar’ adlı çalışmasında; “Ben, söz­cüğün Luwi dilinde yalnız Lu biçiminde değil Alu/Allu biçiminde de kullanıldığı kanısındayım” demektedir. Sayın Umar’ın bu kanı­sını güvenilir kabul ederek ‘lu’ ve ‘Luvi’ sözcüklerinin başındaki ‘a ’yı ihmal etmeden yazacak olursak karşımıza ‘ışık’ ve ‘Işık İnsanı’ karşı­lığı olarak, kulağımıza çok tanıdık gelen seslerle ifade edilen iki söz­cük çıkar: ‘Alu’ ve ‘Aluvi’. Luvi dilindeki ‘a/u’ve ‘Aluvi sözcükleri, Türkçedeki ‘alev' ve ‘Alevi’ sözcüklerini çağrıştırır ancak bu sözcükler arasındaki tek ben­zerlik, aynı seslerle ifade edilmeleri değildir. Bu kelimelerin hemen hemen anlamları da aynıdır. Türkçede ışıktan ya da ateşten çıkan yalı­ma, alev adı verilir. Türkçede ‘i’ eki, sonuna geldiği kelimeye aidiyet /mensubiyet kazandırır (tarih-tarihi, insan-insani vb. gibi). Alevi söz­cüğü de aleve ait olan, ışığa ait olan anlamında bir sözcüktür.
Sayfa 63 - KalkedonKitabı okudu
Reklam
‘Işık’ nitelemesi, sadece Kalender Çelebi ve onun taraftarları için kullanılmadı. On altıncı yüzyılın son çeyreğine kadar olan tüm Osmanlı fermanlarında, bugün adına Aleviler dediğimiz topluluklar ‘Işık Taifesi ’ adı ile anıldılar. Bayramlarda Işık Taifesi’nin kös ve nakkare çalarak şehirlerde gezmemelerine dair, 19 Zilkade H. 966 (M. 1558) günlü bir padişah fermanı; “Edirne Kadısına hüküm ki; ... Aşure günlerinde ışık taifesi dahi sancaklar kaldırıp da­vul ve nakkare ve def ve dümbelek ile açıkça şehirde gezip Müs­lümanların hâkimlerine bu tür şeriata aykırı hareketlerin yasak­lanması gerekir iken, izin verilip yasaklanmadığı işitildiğinden im­di.. Ahyolu’daki Işık Taifesi’nin takip edilmelerine dair, 15 Sefer H. 975 (M. 1567) diğer bir padişah fermanı; "Ahyolu Kadısına hüküm ki; Mektup gönderip, Ahyolu İlçesi’ne Hatun İli Bucağı’na ada­let üzre ışık taifesi toplanıp, Bahçeli adındaki başkanları Tur ad­lı Işık için (haşa), peygamberdir diye inandığından başka (...) Ehl-i Sünnet ve Cemaat’ten ibadet üzre Müslümanlara ‘Boş yere aç gezerseniz ve başınızı yere korsunuz’ deyip Feraız kitaplarına ‘Saman ve kepekten ibarettir, samanı hayvan soyu ve kepeği kö­pek yer. O kitapları okuyan da hayvan ve köpektir’ diye çekişti­rip söverek...” On altıncı yüzyıla kadar söylenmiş Alevi nefeslerinde Alevi ozanlar kendilerini ‘Işık’, bağlı bulundukları yolu da ‘Işık İnancı’ ola­rak tanımladılar. Aşıklarız baş oynarız bu yolda Hâkk’ı inkar eden düşmanmızdır Var ey münkir nice anlarsan anla Severiz, Işık bizim imanımızdır Kaygusuz Abdal
Sayfa 61 - KalkedonKitabı okudu
Vilayetname’ye Hacı Bektaş Veli’nin yaşamı ve soyağacı ile il­gili yapılan eklemelerin bir tarih değil, tarihi alt-üst etmek üzere Osmanlı tarafından bir türlü sonu gelmeyen isyanların ruhani merkezini içten yıkmak amacı ile kaleme alınmış bir ‘münasebetsiz senaryo’ ol­duğu çok belirgindir. Osmanlı’nın Hacı Bektaş Veli adı üzerinde kur­guladığı düzmece Alevi tarihi, bir iktidar aracı olarak yüzyıllar boyu çok işe yaradı, tahminlerden ve tahammülden uzun hüküm sürerek Os­manlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine miras olarak aktarıldı.
Sayfa 47 - KalkedonKitabı okudu
Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’ içinde, kutsal bir bilgi gibi okuyucuya sunulan iki büyük yalan vardır. Bu yalanlan Vilayetna­me’nin sayfaları arasından ayıklayıp, uzaklaştırmadan gerçeğe ulaş­mak için yapılacak bütün çalışmalar, daha başlangıçta sonuçsuz kal­maya mahkum olacaktır. Anadolu ve Balkanlar’daki Alevi zümrelerini Osmanlı devlet safına
Sayfa 43 - KalkedonKitabı okudu
Saltukname’ye göre San Saltuk, bir îslam mücahididir ve ölmeden önce Anadolu’da ve Bal­kanlarda tüm Alevilerin Osman Bey’e tâbi olmalarını vasiyet etmiştir. Bu cümleden olarak ‘Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’ adı ile bilinen eser, halk arasında dilden dile dolaşan Hacı Bektaş Veli söylen­celerinin Osmanlı’nın arzularına ve ihtiyaçlarına uygun asılsız, akıl dı­şı söylemlerle donatılarak yazıya geçirilmesi ile ortaya çıktı. Hacı Bek­taş Veli söylencelerine halkın dilinden alınıp yazıya geçirilirken yapı­lan eklemeler ve çıkarmalarla bu saygın dergâhın mazisi karartıldı, der­gâh kendi köklerinden ve beslendiği gelenekten kopartılıp Sünni Müs­lüman bir geleneğe bağlanmaya çalışıldı. Bu manzum eserde Hacı Bek­taş Veli, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’e icazet veren ve onun hamiliğini yapan bir mürşit olarak takdim edildi. Vilayetname’ye göre Hacı Bektaş Veli, Osmanlı Devleti’nin de ruhani kurucusuydu.
Sayfa 35 - KalkedonKitabı okudu
Şah İsmail’in gözü Anadolu topraklarındaydı. Osmanlılar ile Safeviler arasındaki büyük kavga sadece sa­vaş alanlarında sürmüyordu; her iki hanedan da Anadolu’nun yerli hal­kı olan Alevileri, o günkü adı ile Işık Taifesi'ni kendi doğal müttefik­leri haline getirmek için amansız bir propaganda ve kamuoyu inşa sa­vaşına girişmişlerdi. Şah İsmail’in adamları Anadolu’yu köy köy dola­şıyor Şah İsmail’in yazdırdığı ‘Buyruk' adı verilen propaganda kitap­larının eşliğinde Anadolu’da nüfusun ezici çoğunluğuna sahip Alevilere, Alevilik adı altında Şiilik servis ediyorlardı. İçine serpiştirilen Alevi motifleri ile Alevi kutsal kitabı izlenimi uyandıran ve Alevileri içine çeken ‘Buyruk’larda, Alevi ruhban sınıfının yedinci Şia İmamı Musa-ı Kazım yoluyla Hz. Ali ve Hz. Fatma soyundan geldiklerininin propagandası yapılıyordu. Bunda temel amaç, Doğu Anadolu başta ol­mak üzere tüm Anadolu’daki Alevi nüfusunu Hz. Ali ve Hz. Fatma so­yundan geldikleri iddiasında olan Safevi Hanedanı’nın doğal müttefi­ki ve dolayısı ile Safevi Devleti’nin batıya doğru genişlemesindeki en büyük engel olan Osmanlı’nın muhalifi haline getirmekti.
Sayfa 34 - KalkedonKitabı okudu
49 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.