Peer Gynt isimli tiyatro eserindeki soğan örneği kadar, şekille muhtevanın içten dayanışmasını anlatacak, bir başka güçlü belge bulamıyorum. İnsan, Peer Gynt gibi, yaşadığının en küçük parçalarına inse, ortada, pek de bir şey kalmadığını görür. Peer Gynt, son günlerinden birinde, eline bir soğan alır; yapraklarını, her birini bir serüveniyle adlandırarak, teker teker atar. Sonunda bir çekirdeğin bulunmadığını şaşkınlık içinde, kavrar.
Jean-Paul Sartre "varlık özden öncedir" derken bunu mu anlatıyordu, "insan tabiatı"nı inkâr ederken bu muydu söylemek istediği?
Henri Bergson, her "ân"ı, yeni,, öncekilerle açıklanamaz olarak alırken, süreyi ön plâna geçirirken
Jean-Paul Sartre'a mı yol veriyor, Peer Gynt kütlesinin, bir maya olmadan, yepyeni ve var olduğunu açıklayabilmemizi kolaylaştıran felsefî bir fon mu çiziyordu."
Lev Tolstoy, Tanrıyı halkta aradı. Halkı Tanrı'da arasaydı daha iyi olurdu belki.
Paul Claudel, alnına Hristiyan aşısı vurulmuş, bir fizikötesi arayıcısı idi.
Arthur Rimbaud'un sarhoş gemisi, denizin sonsuz çalkantılarında kaybolmasa "o ülke"ye gidecektir. Eliot'un çorak ülkesinin zıddı olan o ülkeye. Bu son zamanlarda camiyi dilinden düşürmemesinden ve son sözünün kelimesi kelimesine "Allah Kerim!" oluşundan belli değil mi?"
- "Batı ne kadar "dünya nimetlerine" çağrıda bulunursa bulunsun,
André Gide, kişinin inanç meselesini yeniden gündeme getiren sanatçıdır. Din, onda, âdeta kurtulmaya çalışıp da kurtulunamayan bir ağdır. İncil bir lirizm olarak eserlerine sızar onun.
André Gide, ne kadar menfîleştirirse menfîleştirsin, isterse kavga etsin, işi hep inançladır. Hep kavga eder, sonunda yenik düşer. Ama asla yenilgisini kabul etmez..."
Rainer Maria Rilke, yarı yarıya antikite, yarı yarıya bugün ve yarındır.
Franz Kafka'nın dönüp durduğu labirentlerin, içinden hiçbir yol geçmeyen merkez noktası, içinde hiçlik ve boşluk farz edilsin diye oldukça çaba sarfedilmiş, fakat inandırıcı olunamamış, karanlık bir metafizik noktadır. Metafiziğin negatifi, ya da negatif metafizik yâni..."
Jean-Paul Sartre, yolunu absürt kesmeseydi ne olacaktı? Sonra komünizme ödün vermesi, yanlış bir inanç arayışı değil midir. Son zamanında, mutlak bir hiçlikte olduğunu söyleyerek bu yanlış gidişi itiraf etti..."
Jean-Paul Sartre, "insan kendini yapar" der, "apriori sanat değerlerinin olmaması gibi, apriori bir insan minyatürü de yoktur" demeye getirir ve tarihi, insan tabiatını inkâr ederken, ihtiyatlı davranır, yeni bir deyim kor ortaya: insanî şart (Condition Humaine). İnsanî şart, insanın âlemdeki yerini sınırlayan çizgilerin bütünüdür... Ama "tabiat"la "şart" arasındaki fark aranırsa bulunmaz değil. Belki Mutlak Varlık karşısında insanın faniliğini anlatan bir örnek sayılsa daha doğru olur bu. Sanat eserinde de durum bu. Sanatın kendine mahsus muhtevasını, genel muhtevalardan ayırmak gerekiyor..."