“.. insan bazen sağır olmaz, sadece duymaktan bıkmış olabilir.Böyle olunca da, hiç karşılık vermez kendisine söylenenlere. Ama bu gerçekten duymuyor demek değildir.”
.
Şimdi hayal edebileceğiniz en güçlü kişiyi düşünün.
Duvarları yerinden oynatabilecek birini. Kolu kadar yüreği de kuvvetli birini. Hani tek bir hareketiyle sizi alt üst edebilecek birini.
İşte o kişinin tüm gücünü elinden alın.
Bir baston verin eline, bir köşede oturmasını izleyin.
O engin bakışlı kişinin, günden güne, içten içe çürüyüşünü izleyin.
Bir karahindiba gibi. Üflediğinizde tüm heybetini yitiren.
.
İşte o kişi bir fil. Daha doğrusu ona fil diyorlar.
Heybetinden ve tabii çok yemesinden.
Kızı,torunları ve torunlarının çocukları ile büyük bir ailede yaşıyor.
Bir süre öncesine kadar; üç adamın aynı anda yapamadığı işi o,tek başına yaparak ailesine baktı.
Ancak hayat, elinde sonsuz gençlikle gelen bir misafir değil bizler için. O da yaşlandı.
Hesaba katmadığı, vicdanının almadığı şeyler de oldu.
.
Elio Vittorini, 2. Dünya Savaşı dönemindeki bir haneye çekiyor bizi. İşin, aşın olmadığı toprakların üzerinde duyguların da artık bir önemi kalmadığı döneme. Hızla yozlaşma ve bir o kadar hızlı unutuş..
En sonunda şöyle diyoruz:
“insan. insan böyle değil midir zaten?”
.
Vittorini ile tanışmak ne güzeldi..
Gönül Çapan çevirisi, Melike Oran kapak çalışmasıyla..