Başlarken kitabı bu kadar beğeneceğim aklıma gelmezdi. Yaklaşık doksan sayfa olmasına rağmen nasıl dopdolu, nasıl dipdiri, nasıl da coşkundu. Yirmi yedinci sayfada, yazar gördüğü manzaralar üzerine 'Sembolist şairlerin bütün o titrek hayalleri karşımda hakikat olmuştu.' diyor ve o hakikatleri öyle içten, coşkusunu okura yaşatarak anlatıyor ki bir nebze yalan kattığını düşünmek istemiyorum. Kaldı ki 'Güzel, yalanın çocuğudur.' diye kendisi söylüyor.
Sanki hem şiir kitabı, hem roman, hem de bir makale örneğini SEYAHATNAME adında birleştirmiş gibi. 'Seyahatname, bir şiir kitabının kardeşidir.' derken sadece güzel bir cümle kurmamış, tüm kitapta o şiirselliği hissettirmiş. Zaten hangi yazdığını yanlış çıkarmış ki? Yine başlarda 'Usta bir kalem, mettettiği şeyin yazısı kadar güzel olduğuna herkesi inandırmayı bir haysiyet meselesi addeder.' diye büyük bir cümle kuruyor ve bu cümlenin altından hakkıyla da çıkmayı başarıyor. Bir seyyahın hallerini betimlemesini okurken insanın hemen toparlanıp seyahate çıkası geliyor...
Tabi ki yazara katılamadığım birkaç husus da var. Bir yerde 'İnsan zekası tabiatın içinde değil, tabiatın yanında ayrı bir kuvvettir. Tabiatı beğenmediği için değil midir ki insan zekası şiiri, mimariyi, musikiyi, raksı ve onların yanında büyük küçük şu bir sürü hayal sanatlarını yaratmıştır.' diyor. Ben buna ek bir düşünceye sunuyorum ve diyorum ki 'ya da insan tabiatı beğenmediğinden değil de tabiata erişemediği için duygularını yansıtmıştır. Tabiata hayran kalmak...'