"Bir kitap, içimizdeki donmuş denize inen balta gibi olmalı.” diye bir sözü var ya Franz Kafka’nın, işte, bu kitap o.
Arka kapakta karşıma Sylvia Plath, Clarice Lispector isimleri çıkınca, beni neyin beklediğini az çok tahmin etmiştim. Ama karşımda Mrs. Dalloway’in koluna girmiş hard rock versiyonu bir Madame Bovary, Madam Bovary’nin sırtına çıkmış bir Zenime bulacağımdan haberim yoktu. Tabi ya, Zenime. Hani şu hayatından bıkmış koltuklar, başeğmiş kapılar, baygın düşmüş eşiklerle dolu bir evde elinde kılıçla gezen Zenime. Leyla Erbil’in Zenime’si.
Karakter yeni evli, yeni anne bir kadın. Kocasının çok sevdiği gökyüzü üstüne kapatılmış sanki. Sanki hayat ışıksız bir tünel ve kadında klostrofobi var. Bu ruh hali yeterince korkutucu değilmiş gibi, Harwicz’in acımasız kalem ucu, bastırarak yazan. Ve Harwicz’in dilinin üstündeki o keskin jilet, kanatacak yer arayan.
Harwicz o jiletle, aile olmak ve ‘annelik ideali’yle ilgili arkaik sınırları kesip biçiyor. O jiletle, bir kadının öfke ve şiddetle büyüttüğü yüz yıllık karnını deşip içinde ne kadar irin varsa akıtıyor. Hani bizim toplumumuzda doğum sonrası karabasanlardan etkilenmesin diye sarı bir bez bağlarlar ya yatağın başına, Harwicz kapkara bir bayrak açıyor.
Baltalara, jiletlere, kara bayraklara hazır değilseniz, rahatsız edici, saldırgan bir dilden hoşlanmıyorsanız okumayın derim. Hele ki yeni anne olmuşsanız, annelikle ilgili sıkışmışlık yaşıyorsanız, erteleyin derim.
Kesinlikle acımasızca, rahatsız edici, insanın derisini soyan, korkutucu bir kitap bu. Ama çok acayiptir ki, estetik de. İyi ki okudum’la iyi ki bitti arasında sıkışmak isterseniz okuyun