#rüzgarınşarkısınıdinle Murakami’nin 1978 yılında izlediği bir beyzbol maçı sırasında, “Galiba ben bir roman yazabilirim” düşüncesi üzerine kaleme aldığı eserdir. Altı aydan fazla bir sürede yazdığı kitap, romandan ziyade bir novella.
Agota Kristof’un uyguladığı bir yöntemi kullanarak, İngilizce yazdığını Japoncaya aktardı ve Murakami’nin kendine özgü tarzı ortaya çıktı. Tam da umudunu yitirmişken, Gunzo dergisinin editörü yeni yazarlar ödülü için finale kaldığını bildirdi. Eğer “Rüzgârın Şarkısını Dinle” seçilmeseydi, sonsuza dek yok olacaktı çünkü bulunan tek kopyasını göndermişti ve Gunzo reddedilmiş taslakları geri göndermiyordu.
Gelgelelim kitabın konusuna. Çoğunlukla en iyi arkadaşı “Fare” ile bir barda, bira içerken zenginler ve kitaplar hakkında konuşuyor. Arkadaşının karakteri pek tanımlamaya davet etmeyen, az konuşan ve tuhaf diyebileceğimiz biri.
Belirli bir olay örgüsü yok. Arka plan hikâyeleri ve anlatı tarzlarındaki dinamik ve hız değiştiği için, okurken minik bir gerilim yaratıyor. Çocukluk ve gençlikte yaşananlar, eski sevgililer, üniversite hayatı, ima edilen travmalar, günlük yaşam ve insanlar üzerine düşünceler gibi konular hakkında konuşuyorlar. Kısa cümlelerden ve bölümlerden oluşması farklı bir ritim vermiş kitaba.
#harukimurakami bir yıl sonra, bu eserin devamı olan “Pinball” kitabını bitirdikten sonra yazar olmaya karar vermiş ve ilk uzun romanı “Yaban Koyunun İzinde” ortaya çıkmış.
Tam kalbimden vuruldum diyemem ama nasıl yazarlığa adım attığını okumak güzeldi.