Hüküm Gecesi'ni okuyup bitirdiğimde ülkemin yakın tarihini gösteren bir bulmacanın ilk parçasını bulmuş gibi oldum. Eser, Abdülhamid’in tahtan indirilip, 2. Meşrûtiyet ilanının peşi sıra yaşanan olayları baş kahramanımız genç gazeteci yazar, zamanın milliyetçi muhaliflerinden Ahmet Kerim’in gözünden anlatıyor. Ülkesinin çıkarlarını düşünmeye çalışan, neye inanıp tutunacağını bilmeyen genç neslin,siyasi çalkantılar içersinde nasıl yok olduğunu, iktidar hırsı uğruna nasıl harcandığının acıklı öyküsünü gözler önüne seriyor. 1910 yılından başlayıp üç yıllık döneme damga vurmuş kritik tarihsel olayları ve gerçek kişileri de kendi öz tasvirleriyle oldukça canlı detaylandırılmış. Bu sebeple roman dönemin meraklısı biri olarak beni oldukça heyecanlandırdı fakat (bunu da belirtmeliyim) Yakup Kadri’nin anlatımı bu eserde yer yer sürükleyici olsa da bütüne bakınca didaktik.İttihat Terakki- Hürriyet İtilaf partisi çatışmalarını tamamen realist, biraz belgesel tadında anlatılmış. Eserde beni en etkileyen bölüm ilk gazeteci suikastlarından birinin anlatıldığı Ahmet Samim’e atılan tek kurşun ve sonrasında onu tehlikeye atan kıdemli muhaliflerin suskunluğu karşısında Ahmet Kerim’in hissettikleri ve yaşadığı hayal kırıklığı oldu. Bugün üzüntüyle bahsettiğimiz apolitik, adam sendeci, ideallerini yitirmiş kuşağa gelene kadar hangi parlak gençlerin susturulup en iyi ihtimalle sürgün edildikleri köşede masalarına kapanıp ağladıklarını düşünmekse gerçekten kahredici...