Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

İslam'ın Hukuk İlmine Katkıları

Muhammed Hamidullah

İslam'ın Hukuk İlmine Katkıları Sözleri ve Alıntıları

İslam'ın Hukuk İlmine Katkıları sözleri ve alıntılarını, İslam'ın Hukuk İlmine Katkıları kitap alıntılarını, İslam'ın Hukuk İlmine Katkıları en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
257. İslâmda hususî-şahsi harp yoktur; harbi yalnız merkezi hükümet ilân edip açabilir ve harbi sona erdirecek de odur. 258. Peygamberin (S.A.) bir hadîsi vardır: "Kılıç bütün günahları siler, fakat borçları affettirmez." Birkaç misal bu sözün kap sama alanını canlı surette izah eder: Hicretten hemen önceki günlerde, hayatına karşı bir
Sayfa 170
Reklam
17. Çok mühim bir başka husus da şudur: En eski devirlerden beri insan cemiyetlerinde kanunlar ve hukuk kaideleri vardır. Fakat hukuk ilmi, her ülkenin kanun ve hukuk kaidelerine tatbik edilebilecek bir hukuk ilmi, İslâm'dan önce dünyanın hiç bir yerinde mevcut değildi. Bu ilmi, eski Yunan'da, Roma'da, Hindistan'da, Çin'de, Misar'da ve diğer memleketlerde, İslâm öncesinde bulamadım. Buna sadece İslâm'da görebiliyoruz. Meselâ hukuk kaidelerinin kaynakları nelerdir? Bu kaidelere, kanunlara neden boyun eğiyoruz? Bir hukuki meselede farklı iki hukuki esas karşısında hangisine göre ve nasıl hüküm verilir? Hakkında hüküm bulunmayan yeni bir hukuki mesele konusunda nasıl hüküm verebiliriz.? Bu ve benzeri konularla ilgili olarak bütün ülkelerin hukukuna uygulanabilir esasların İslâm'dan önce, dünyanın hiç bir yerinde bulunmadığını görüyoruz. Bu ilme, Fikah Usulü İlmi (Ilmu Usûli'l Fikh) diyoruz. İslâm'dan önce hiç bir yerde mevcut olmayan bu ilim, İslâm'ın ve Müslümanların malıdır. Başlı başına bu ilim, Müslümanların hukuk ilmine katkılarından sadece biridir.
Sayfa 28
Ebu Hanife, hukuku '' insanın haklarını ve vazifelerini bilmesidir. '' diye ifade eder.
Sayfa 110 - Beyan yayınlarıKitabı okudu
İslâm, insanın ahenkli ve dengeli bir gelişim sağlaması için hayatın bütün yönlerinde bir tutarlılık oluşturma gayretiyle ortaya çıktı. Yalnız ruhunun yücelmesi veya yalnız maddesinin yücelmesi insanın tümüyle yücelmesi anlamına gelmez. Namaz ve oruç üzerinde ısrar eden İslâm'ın, hükümete vergi vermeyi imanın şartlarından biri derecesine yükseltmiş olmasına hayret etmeyelim.
Sayfa 13
"hiç kimse birinin ufacık beynine tapmamalı"
110. Şafiî tarafından Kur'an tefsiri tavsiye edilen Mukatil, bir Zeydi idi. Onun bu yaklaşımı akıl ile nakili birleştiren bir çığır sayılır. Kur'an ve Hadis konusunda, geleneksel ilimlerin aklileştirilmesi (Mutezililer ilk öncüler için söz konusu olan tehlikeleriyle beraber bunun ilk öncüleriydiler) ve bu farklı yorumların insanlar tarafından desteklenmesi için bilgilendirilmeleri gerekliydi. Ne kadar insan varsa o kadar da akıl vardır. Hiç kimse birinin ufacık beynine tapmamalı. Kendi fikirlerini formüle et, ama diğer insanların daha iyi fikirlerine de açık kapı bırak. Şafi bu hususta bir örnek teşkil etmektedir. Sıklıkla bir konuda iki ve bazen de üç görüş Şafiî'ye atfedilir. Bu gösteriyor ki o, diğer insanların delillerinin üstünlüğüne inanırsa kendi görüşünden dönmede tereddüt etmezdi.
Sayfa 89
Reklam
yasamanın bağımsızlığı
14. İslâm'daki şu tatbikata'da dikkatinizi çekmek isterim. Eskiden kanun ve hukuki kaideleri koyma işi, Teşri (yasama) en yüksek salahiyet sahibine mahsus idi. Bu da ya sultan, kral veya dinin önderiydi. Milletlerin ekserisinde kabul bulmuş bugünkü bir telakkiye göre de adlî meselelerde hüküm verme yetkisine sahip şahsın hür olması, kendisine başkasının mesela hükümet edenlerin karışmaması esastır. İslâm bu noktada ne yapmıştır? Özellikle dikkate değer husus şudur ki eskiden teşriin yani hükümet edenlerin, sultan ve krallardan ayrı düşünülmesine dair tek bir örnek bilmiyoruz. Bunu sadece İslâm'da görebiliyoruz. İslâm'da hukukî, kanunî hükümlerin istinbâtı; (çıkarılması) vaz' olunması, devlet ve hükümet reisiyle değil fakihlerle alakalıdır. Bu iş fakihe (İslâm hukukçusuna) aittir. Yani konun koyma işi hükümetin karışamadığı, hükümetin dışındaki bir vazifedir. Bu çok mühim bir husustur. Eğer teşri' salahiyeti hükümet edenlere ait olursa, bunlar kendilerinin ihtiyaçlarına göre muhtelif şeyleri emreder, bazı şeyleri yasaklarlar. Emir ve yasakları bazen cemiyetin faydasına olabildiği gibi, bazen de zararına olabilir. Meselâ günümüzde bile, seçim neticesinde iş başına gelen hükümetler, kanunları değiştirmektedir. İslâm'da ise kanun ve hukuk kaideleri, hükümetlerin değişmesiyle değiştirilemez.
Sayfa 24
Türk alimlerin hukuk ilmine katkısı
6. Sözü bitirmek için İslâm'ın en önemli yardımlarından birisinden söz edeceğim: Islâm'dan önce Hukuk ilminin mevcut olmadığını duymaktan büyük bir hayrete düşmeyiniz. Tekrar ediyorum: Hukuk ilmi İslâm'dan önce yoktu. Çinlilerin, Babillilerin, Hinduların, Yunanlıların, Romalıların ve diğer toplumların sadece kanunları vardı, fakat
Sayfa 16
5. Müslümanlardakı Hukuk felsefesi, haklı olarak herkesin takdirini kazanmıştır. İslâm kanunu, vatandaşa ağır gelen bir angarya değil, akla uyan bir takım kurallardan oluşur. Müslüman hukukçular şöyle der: Hukuk kuralları iyi ve kötü'ye göre belirlenir; o iyi olanı yapmalı, kötü olandan kaçınılmalıdır. Ama bir şeyin iyi ve kötüsü göreceli olduğundan şunu da ilave ederler: Eğer birşey tamamıyla iyi ise bu zorunludur, yani 'vacib' veya 'farz'dır. Eğer bir şeyde iyilik baskın ise o takdire değerdir, yani 'müstahab'dır. Eğer bir şeyde iyi ve kötü birbirine eşitse veya ikisi de yoksa, bu kanun gözünde farksız, yani 'mubah'tır. Eğer bir şeyde kötülük baskınsa, onu yapmak çirkin yani 'mekruh' olur. Eğer bir şeyde kötülük kesinlikle varsa, bu yasak yani 'haram'dır. İnsanın hare ket alanının kurallarının bu şekilde beş'e bölünmesi yalnız makul olmakla kalmaz, İslâm kanununun vahye dayalı ve ilahi kaynaklı olmakla beraber, akla ve sağduyuya da uygun olduğunu gösterir. Bunun böyle olduğunu ortaya çıkarmak bize düşer.
Sayfa 16
245. Sefirler, yalnız saygı ve misafirperverlikle karşılanmazlar, he diye de alırlar. Ölüm döşeğinde, Hz. Peygamber'in (S.A.) vasiyyetlerinden biri şöyle idi: "Benim yaptığım gibi elçileri hediyelerle mükâfatlandırınız." Yabancı memleket saraylarında, kendilerine verilen hediyeleri, müslüman sefirin kendisi için alıkoyup koyamayacağı meselesi zaman ve mekâna göre çeşitli tatbikata konu olmuştur. Bir defa Hz.. Ömer'in zevcesi, İstanbul'a giden Müslüman sefirle Bizans imparatoriçesine gizlice hediye gönderdi. Müslüman sefir de, daha değerli bir he diye ile döndü. Hz. Ömer, bunu haber alınca, hediyeye beytülmal namına el koydu ve zevcesine, Bizans'a göndermiş olduğu hediyenin bedelini ödedi. Diğer bir vaka da Hz. Peygamber (S.A.) zamanında oldu. Gönderdiği sefir, imparatordan kendi sine hediyeler getirince, Hz. Peygamber (S. A.) onların yarısını, sefirine verdi. 246. Daha Hz. Peygamber (S.A.) zamanında Medine'de bir merasim şefi (protokol memuru) vardı ve elçilere, kabul sırasında nasıl hareket edileceğini izah ederdi. el-Markîzî şöyle der: "Heyetler geldiği zaman, Hz. Peygamber (S.A.) en iyi elbiselerini giyerdi ve ashabına da öyle yapmalarını tembih ederdi." Bir defa Heraklius'un sefiri, halife Hz. Ömer'i alelade bir yerde uyur halde buldu. Bu, daha sonraları Bağdat'taki Abbasî halifesi Muktedir'in ihtişamıyla ne büyük bir tezaddı. Hatib'in "Tarih-i Bagdad"ından bu sonuncu durum üzerine bazı teferruatı öğrenmiş oluyoruz. Fakat Evhadî'nin Zehâir adlı eserinde daha çok tafsilât vardır.
Sayfa 164
Reklam
167. Kur'an'ın, "iyi"yi ifade için "ma'ruf" terimini, "kötüyü ifade için de "münker" terimini kullandığını görmek, çok enteresan, hatta şaşırtıcıdır. Bu duruma göre "ma'ruf", kelimesi kelimesine, herkes tarafından bilinen ve öylece kabul edilen "iyi" manasına gelmektedir; "münker" ise, münasip olmadığı herkes tarafından bilinen ve öylece telakki edilen şeydir. Burada şaşırtıcı olan, keyfiliğin mevcut görülmemesidir. Kur'an, emrettiği her şeyin gerçeğe uygunluğunun, akıl tarafından, düşünen kafa tarafından kabul edileceği kanaatini verir görünmektedir.
Sayfa 119
Mesela, ilk yazılı anayasayı İslâm'ın meydana getirmiş olması, bilinen bir hakikattir.Bunun yanında, siyasetten tamamen ayrı bir şekilde, savaş ve barış hukuku yani Devletler Umumî Hukuku, tamamen bağımsız bir ilim dalı halinde yine İslâm hukuk çalışmaları içinde bir alan olarak ele alınmış ve esasları gösterilmiştir. Yine Müslümanların hukuk
Sayfa 55
44. Ebu Hanife'nin eserlerinden bir diğeri de Kitab-ul Arûs ismini taşır. İsminden eserin evlenme ile alakalı olduğu sanılabilir. Çünkü arus, gelin-damat demektir. Fakat bu ismin kitaba verilmesindeki amaç, eserin gelin gibi süslenmiş, özel meziyetlerinin bulunmasındandı. Bu kitap namaz hakkındaydı. Namazla ilgili tüm hükümleri, bu eserinde
Sayfa 48
Peygamber'in meşhur bir hadisine göre, İslâm beş unsuru ihtiva eder: Çatı Allah'ın birliğine imandan gelmiştir, dört direk ise, namaz, oruç, hacc ve zekat55 (Islâm hükümetine ödenen vergiler) vazifeleridir. Insanın, Allah'a, bedeniyle olduğu kadar mallarıyla da kulluk etmesi gerektiğini göstermek, hukukçular için zor olmamıştı; namaz, oruç ve hacc nasıl birer bedeni ibadet ise, başkasının iyiliği için vergi ödemek de mallarımız vasıtasıyla yaptığımız bir ibadet(mali ibadet)tir. 55 Zekat, asla iyiliksever insanların takdirine bırakılmış bir sadaka değildir. Tarifesi ve tahsil devreleri belli bir vergidir. Nisab miktarına sahip olan kimse bundan muaf değildir ve hükümet, vermek istemeyenleri zorlamak için kuvvet kullanır. Ziraat mahsulleri, ticaret mallan, maden işletmeleri, otlaklardaki hayvan sürüleri ve biriktirilmiş paralar, zekat vergisinin başlıca mevzularıdır. Aynca, Peygamber ve Halifeler devrinde başkaca vergi yoktu, bütün vergiler "zekat" diye adlandırılıyordu; burada bahis konusu olan pekala vergidir.
Sayfa 124
36 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.