Dikkat çekeceğimiz ilk nokta şu: Sadece gerçek anlamda insanî olan şeyler için gülünçlükten bahsedilebilir. Bir manzara güzel, zarif, görkemli silik veya çirkin olabilir fakat asla gülünç olamaz. Bir hayvana gülünebilir ama bu onda insanî bir tavır veya ifade yakaladığımız içindir. Bir şapkaya gülünebilir fakat bu durumda alaya aldığımız şeye bir keçe veya hasır parçası değil insanların ona verdiği biçindir, yani insan kaprisinin girdiği kalıptır. Bu denli önemli, üstelik de basit bir olgunun filozofların ilgisini daha çok çekmesi gerekmez miydi?
Sadece gözlerinizle görmeye çalışın. Düşünmeyin ve bilhassa akıl yürütmeyin. Tüm önyargılarınızı bir yana bırakın; doğal, dolaysız, asli izleniminizi yakalamaya çalışın.
"paylaştığımız sevinçler ve hüzünler; gözlemleyenler üzerinde acıklı bir şaşkınlığa, dehşete veya acımaya yol açan ihtiraslar ve kusurlar, özetle, yankılanarak ruhtan ruha geçip yayılan hisler vardır. tüm bunlar hayatın özüne dairdir. tüm bunlar ciddi, hatta bazen trajiktir. güldürü ise başkasından artık etkilenmediğimiz anda ve toplumsal hayat karşısında katılaşma diyebileceğimiz şeyle başlar."
Haz ve acıya dair duygularımızdan, sanki her birinin kendi has bir hikâyesi yokmuş, doğduğumuzdan beri hiç değişmemişler gibi bahsederiz çoğu zaman.
...bugünkü hazlarımızın nicesinin geçmiş hazların hatıraları olduğunu görürüz! Sadece o anda hissettiklerimize indirgendiğinde, hatırlamaların kattıklarından soyulduğunda çoğu duygumuzdan geriye ne kadar az şey kalırdı!
...tragedya yazarları kahramanlarının fiziksel yönüne dikkat çekebilecek her şeyden özenle sakınırlar. Bedenle ilgili bir düşünce uyanır uyanmaz güldürü unsuru kapıda demektir. Bu sebeple tragedya kahramanlari yemezler, içmezler, ısınmazlar. Hatta mümkün mertebe oturmazlar bile. Tiradın orta yerinde oturmak bir bedeni olduğunu hatırlamaktır.