Ansızın bir düşünceye kapıldım, ilk defa o an farkına vardim ki insanoğlu, "sarışın" olanla mukayeseyi sağlayacak yalnızca tek bir kelime icat etmekten öteye gidememişti: Buğday sarısı, bunu bulmuş, kâfi gelir sanmıştı. Buğdayla yetinmek, zavallılar, siz hiç bakmadınız mı eğreltiotlarına? Koca bir yıl geçirdim ben eğreltiotu saçları ısırarak. Reçine saçlar tanıdım, sarı yakut saçlar, histeri saçlar. Histeri sarısı, gökyüzü sarısı, yorgunluk sarısı, öpüş sarısı. Sarı paletime otomobillerin zarafetini katacağım, evliyaotlarının kokusunu, sabahların sessizligini, bekleyişin perişanlığını, dokunup geçişlerin yıkımlarını. Yağmurun gürültüsü ne kadar da sarı, aynaların şarkısı ne kadar da sarı! Eldivenlerin kokusundan baykuşun çığlığına, katilin yürek çarpıntısından sarısalkımların ateş çiçeklerine, ısırıktan şarkıya, ne çok sarışınlık, ne çok kirpik: Çatıların sarışınlığı, rüzgarların sarışınlığı, masaların sarışınlığı yahut palmiyelerin, sabahtan akşama kadar sarışın günler, Sarışın mağazaları, arzu galerileri, portakal suyu tozu depoları. Her yer Sarışın: Teslim ediyorum kendimi bu duyu çamına, bir renk dahi ol mayan, bir renk fikrinden ibaret, aşkın bütün tonlarıyla yoğrulmuş bu sarışınlık mefhumuna. Beyazdan sarıya, sarıdan kırmızıya, açığa vurmaz gizemini sarışın.