Hayat kadar kısa ama bir o kadar uzun soluklu hikayeler... İçimize, en özel yerlerimize dokunan, öz kelimelerle bezenmiş bir kitap. Bu özlüğüyle çokça hüznü , mutluluğu, umudu, umutsuzluğu heybesinde taşıyan ama en çok hayallerinin bir bir yok oluşlarına tanık olanların kitabı... En sevdiğim, kitabın naifliğini gözler önüne seren alıntı ile cümlelerimi sonlandırmak istiyorum...
" Sana, penceremin önünde duran o vişne ağacını anlatmıştım. Karanlıkta bile, ona bakmak bir mutluluktu, bolartırdı gönlümü. Sen o vişne ağacı gibisin, demek isterim sana. İlkyaz güneşinde sert, yalız, ışınımlı aklığıyla bir kışın daha ödülünü dağıtır gibi göğe karşı çiçeklenen, taç yaprakları pörsüyüp döküldüğünde ardından gelecek alın umuduyla bizi oyalayan, yemişi, koparılmazsa, uzun süre karara karara kışı bekleyen vişnenin bütün hallerini sende görüyor değilim elbet. Ama onun gibi bir yaşam umudusun benim için. Yaşanabileceğini, yaşamaya çalışmak gerekeceğini duyurup duran. Ama böyle sözler sana söylenmezmiş, söylenemezmiş gibi gelir hep. Kurağın ateşini söndüren, soluk aldıran, kapıları açan yaz yağmuru gibisin bana. Ama sıkılırsın diye söylemekten kaçınırım... "