İki sene önceydi sanırım, ilk okuduğumda içime oturmuştu ayrı yaşamaya mecbûr kalmaları... Yüreğe dokunan<<yüreği parçalayan>> bir yanı var bu hüzün yüklü hikâyenin... Kırılgan değil, çok güçlü bir aşk ve güçlü karakterler. Yine de bâzen çözümsüz oluyor bâzı şeyler, bâzen de çözümü olabilse de biz göremiyoruz başımıza gelen 'Kazâ' ya da 'Belâ'yı sorunsuz-en az zararla nasıl atlatabileceğimizin yolunu... İnsanların karşılıklı birbirlerini bu kadar çok sevmelerine rağmen çeşitli nedenlerle ayrı kalmaları insanın çok zoruna gidiyor!..
Ahmed Yüksel Bey'in uslûbuna gelince; çocukluğumuzda bizim evimizde de böyle konuşulurdu :) Eski İstanbul insanının konuşma tarzı. Bir beyefendi kendisi, İstanbul Beyefendisi. Rûhuna Fâtihâ...
Okuyucuya kitapla ilgili bir fikir vermesi açısından kitaptan bir bölüm aldım buraya, buyrun okuyalım arkadaşlar: :))
"-İster istemez merak ediyorum; benimle karşılaşmazdan önce gönlüne mûnis gelen hiçbir genç kız olmadı mı?
-Olmaz olur mu hiç. Galatasaray Lisesi'nde benden dört sınıf önümde bir arkadaşımın Avusturya Lisesinde okumakta olan kızkardeşi tam beş yıldır hayallerimi süslemekteydi. Aynı mahallenin çocuklarıyız Yazları Salacak Plajında her gün karşılaşırdık. Annesi de beni çok sever, çok takdir ederdi.
-Seni takdir edemeyen zâten ya aklından zoru olan biridir ya da nasipsizin tekidir. Pekiyi sonra ne oldu?
-Hattâ bir sene de kendisine özel ders verdimdi. Zarif, kibar, hanımefendi bir kızdı. Ancak zamanla mîzac farklılıklarımız ortaya çıktı. Bunlara bakarak ileride evlendiğimiz takdirde bu kızın benimle asla mes'ud olamayacağını anladım. O da zâten kendi mîzâcına daha uygun kimselerle ilgilenmeye başlamıştı. Sonunda bu kıza karşı taşımakta olduğum duygular benim için kaldırılması zor bir yük, bir azap oldu. Son iki yılım hep kuşkular ve ızdıraplar içinde geçti. Tâ ki, kursta ilk defâ, Fransızların "I'âme sa'ur" dedikleri küfüvüm, dengim, bana yakışan kimse olduğunu birdenbire bir ilhâm ile idrâk edip de o zamana kadar tatmamış olduğum "yıldırım aşkı"yla âşık olduğum seninle karşılaşıncaya kadar. O kız da, vermekte olduğu ızdırapta, ilkâ ettiği kuşkular da bir anda, evet bir anda zihnimden silindi gitti. Meğer "Çivi çiviyi söker" sözünde bir hakîkat payı varmış.
-Yâni şimdi sen bana ilk bakışta mı âşık oldun?
-Evet.
-Pekiyi, aksayan ayağımı görünce hiç tereddüt geçirmedin mi?
-Meğer yıldırım aşkı, sevilenin herşeyini bütünüyle kucaklayan, bütünüyle kabul eden, teferruatları izâle eden ve her şeye olumlu yönden bakan bir aşkmış. Kaldı ki, aksadığını zannettiğin ayağın senin kuvvetli şahsiyetinin o kadar önemli bir parçası ki. Ve bu senin o asil ve zarif görünüşüne, o mağrur bir kuğu gibi sekmeden süzülmene bilsen ne kadar büyük bir katkıda bulunuyor.
-Ah benim bir tânem! Ne kadar da herkesten farklı bir görüşe sahipsin! Bu bana ne büyük bir huzur veriyor, bir bilsen!"