Ne yazsa okurum dediğim yazarlardan belki de okumaktan en çok keyif aldığımdır Zambra... Latin Amerika Edebiyatı'na olan tutkum onunla çok başka bir levele geldi.
Pandemi sürecinde Notos'un yaptığı zoom programında Şilili Şair'in basıldığını yakın zamanda Türkçe'ye de çevrileceği haberini vermişti bize, o günden beri yolunu gözlüyordum, geldi ve yaşamayı unuttum. Sadece Zambra okumak istedim bu 48 saatte... Önceki kitaplarından birkaç göndermeyi fark edince duygulandığım, kendi geçmişimden birileri ile konuştuğumu düşündüğüm, bazen sesli güldüğüm bazen de durup ben olsam ne yapardım diye düşündüğüm uzun ama nasıl geçtiğini anlamadığım bir soluk oldu benim için.
Zambra'nın dilini sevsem de beni ona asıl bağlayan şey yarattığı karakterlerin müzikle, sinemayla ve tabiki edebiyatla iç içe olması, kendimden bir parça diyecek kadar çok sevdiğim isimleri Zambra'dan duyunca tutulmamak imkansız bir hal alıyor, bir bakıyorum Lispector, Bolano ya da Proust'tan bahsediyor, bazen Bob Dylan'dan Beatles'tan ya da uzak doğu sinemasından Lee Chang-dong bir paragrafta karşıma çıkabiliyor, karışık bir sokakta sevdiğiniz insanlarla denk gelmek kadar heyecanlı olabiliyor haliyle roman. Kitabı okurken sıradaki kitabımı da Zambra seçmiş oluyor mesela; Alıklar Birliği.
Ha bir de kitap sepetimdeki Büyülü Dağ romanını da bana aldırdı....
Sonuç olarak iyi ki roman diye bir tür var ve iyi ki Zambra roman yazıyor, şiir yazsa okumazdım çünkü :p