Siyasi İdeolojiler

Andrew Heywood

Siyasi İdeolojiler Gönderileri

Siyasi İdeolojiler kitaplarını, Siyasi İdeolojiler sözleri ve alıntılarını, Siyasi İdeolojiler yazarlarını, Siyasi İdeolojiler yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Hinduizm resmî metin ve doktrinlerden ziyade gelenek ve sosyal uygulamanın vurgulandığı bir dinin en açık örneğidir.
Hıristiyanlık, Yahudilik içinde bir hareket olarak başladı. İsa’nın Eski Ahit’te adı geçen Mesih olduğu ve hayat ve öğretilerinin Yeni Ahit’te tasvir edildiği inancı ile ayrışmıştır. Bütün Hıristi yanlar İncil’in otoritesini kabul etseler de üç temel ayrım ortaya çıkmıştır: Katolik, Ortodoks ve Protestan Kiliseleri. Roma Katolikliği, Roma’daki papanın geçici ve ruhanî liderliğine dayanır; bu mevki, yanılmazlık doktrininin ilânından beri tartışılmaz hâldedir. Doğulu Ortodoks Hıristiyanlı­ğı, 1054’te Roma’dan ayrılarak ortaya çıkmış ve birkaç otonom Kilise meydana gelmiştir, bunlardan Rus Ortodoks Kilisesi ve Rum Ortodoks Kilisesi en önemlileridir. Protestanlık, 16. Yüzyılda Roma otoritesini reddeden Reform hareketlerini ve yeniden şekillendirilmiş millî Hıristiyanlık türlerini içinde barındırır. En etkili Protestan hareketleri İsveç’te ve Almanya’nın bazı kesimlerin­ deki Luterizm, Cenova ve İskoçya’daki Kalvinizm ve İngiltere’deki Anglikanizm idi. Protestanlar arasında birçok doktrin ayrımı olsa da Protestancılık İncil’in tek gerçek kaynak olduğu inancına ve insanların doğrudan Tanrı ile ilişkiye sahip olabileceğinin mümkün olduğu fikrine sahiptir.
Reklam
Yaklaşık iki milyar mensubu ile Hıristiyanlık dünyanın en büyük dinidir. Filistin’deki köklerinden Roma İmparatorluğu aracılığıyla bütün Avrupa’ya yayılmış ve daha sonra Batılı yerleşimcilerle Amerika ve diğer yerlere taşınmıştır. Hıristiyanlığı fetih ve misyonerlik faaliyetleri ile yaygınlaştır­ma girişimlerine rağmen 1900’lerde dünya Hıristiyanlarının yaklaşık %83 u hâlâ Avrupa’da yaşı­yordu. Ancak 20. Yüzyıl’da Hıristiyan inancı Batı’da, özellikle Avrupa’da azalırken gelişmekte olan dünyada güçlü bir büyüme gerçekleştirmiştir, bu da, Hıristiyan çoğunluğunun bugün Afrika, Asya • ve Lâtin Amerika’da yayıldığı anlamına gelir.
1979’da Şah’ın ülkeden kaçmasına neden olan ve Humeyni’nin dönüşü için zemin hazırla­ yan halk gösterilerinin ardından İran İslâm Cumhuriyeti ilân edildi. İktidar, Humeyni’nin kendi yönettiği on beş din adamından oluşan İslâm Devrim Konseyinin eline geçti. Seçilmiş İslâm Da­nışma Meclisinin çıkardığı bütün yasalar, Anayasayı Koruma Konseyi tarafından onaylanmalıdır;bu konseyde yasaların İslâmî ilkelere uyup uymadığını denetlemek için altı dinî ve altı seküler hu­ kukçu bulunur. İran aşırı bir dinî bilinç sergilemiştir; bu “Büyük Şeytana, ABD’ye, karşı genel bir antipatide ve sosyal ve siyasî hayatta katı İslâmî ilkelerin uygulanmasında kendini göstermiştir. Örneğin baş örtüsü ve çarşafın giyilmesi Müslüman olan ve olmayan İrandaki bütün kadınlar için zorunlu hâle geldi. Çok eşlilikle ilgili kısıtlamalar kaldırıldı, doğum kontrolü yasaklandı, zina kır­baçlama ve idam etme ile cezalandırıldı ve eşcinsellik için ölüm cezası getirildi. Hem İran siyaseti hem de toplumu “İslâmlaştırıldı” ve Tahrandaki Cuma namazları resmî hükümet politikasının bir ifadesi ve siyasî hayatın odak noktası hâline geldi. İslâm Devrimi ile doğan dinî milliyetçilik, 1980- 1988’de İran-Irak Savaşı sırasında yeni zirvelere çıktı.
Sünnîler, İslâm tarihini peygamber ve hemen ardından gelen dört halife döneminde hâkim olan ideal topluluktan yavaş yavaş uzaklaşma olarak görmeye eğilimli olmuşlardır. Şiîler ise ilâhî yönetimin kusursuz imamın öğretilerinde bulunduğuna veya “gizli imarn’ın dönmesi veya doğ­rudan Allah tarafından yönlendirilen mehdinin gelmesiyle ilâhî bilgeliğin yeniden ortaya çıkmak üzere olduğuna inanırlar. Şiîlere göre tarih, ideal topluluktan uzaklaşma değil ona yaklaşmadır. Bu tür ılımlı Sünnîlerin sıcak bakmadığı yeniden canlanma ve yakın bir kurtuluş fikri, Şiî mezhebine Mesihçi ve duygusal bir nitelik katmıştır. Şiî mezhebinin dinî tabiatı da Sünnîlerinkinden farklı­dır. Şiîler, acı çekme ve dindar ve basit bir hayat sürmekle bireyin günahlarından arınabileceğine inanırlar. Ruhanî kurtuluş umudu, Şiî mezhebine onun ayırt edici yoğunluk ve duygusal gücünü kazandırmıştır. Bu tür dinî bir şevk siyasî bir hedefe bağlanınca ciddî bağlılık ve fedakârlık meyda­ na getirmiştir. Şiî mezhebi geleneksel açıdan Sünnî mezhepten daha siyasî eğilimli olmuştur. Bu, özellikle fakir ve dışlananlara cazip gelmiştir; onlara göre ilâhî bilgeliğin yeniden ortaya çıkmasıyla toplumun arınması, adâletsizliğin ortadan kalkması ve baskıdan kurtulma yaşanacaktır.
İran siyasî İslâmın yeniden canlanmasını sembolize eder; Lübnan, Pakistan, Afganistan ve İngiltere gibi ülkelerdeki fundamentalist gruplar, ruhanî ve siyasî liderlik için İran’ı izlerler. İran nüfusu­nun çoğunluğu iki mezhebin daha küçüğü olan Şiî mezhebine aittir. İslâmın iki mezhebe ayrılma­sı siyasî bakımdan önemlidir, çünkü ikisinin mizacı ve siyasî amaçları birbirinden uzaklaşmıştır. Bölünme, peygamberin ölümü ardından gelecek haleflerin tartışılması üzerine başlamıştır. Sünnîler, peygamberin ardından gelen ilk dört hâlifenin veya vekilin, “Hülefa-i Raşidin”, ilâhî bilgeliğe ulaştıklarına inanıyorlardı. Bunlardan sonuncusu peygamberin kuzeni Ali idi ve Sünnîler Ali’nin halefinin ulema arasındaki konsensüs ile belirleneceğini düşündüler. Ancak böyle seçilen bir lider, ilâhî veya şaşmaz olarak görülemezdi. Bunun aksine Şiîler her sonraki imamın, veya dinî liderin kusursuz ve şaşmaz ve dolayısıyla mutlak dinî ve siyasî otoriteye sahip olduğunu ileri sürüyorlardı.
Reklam
1.000 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.