Beş hikaye, beş farklı anlatıcı, belirip kaybolan bir ev, masum konuklar, hayaletler ve iki gizemli ev sahibi… David Mitchell’ın okuduğum ilk romanı ve kesinlikle devamının geleceği bir başlangıç oldu benim için. Yazım tarzını, mizahını ve ürkütücü temasının ilgi çekici betimlemelerini çok sevdim.
Köşkün türüne uygun öyle ustaca bir tasviri var ki, gün ışığında bile yanından geçmekten çekineceğim bir yer. Her dokuz yılda bir, Ekim ayının son gününde, büyük bir köşkü çevreleyen muhteşem bir bahçenin arazisinde, kendisini bulmak için şanssız bir misafir, köşkün ürkütücü kapısından içeri girer. İlk başta tamamen farklı görünüyorlar, ancak okudukça şanssız bu ruhların ortak yönlerini sayfaları çevirdikçe keşfettim. Bu kitapta harika olan şey, bölümlerin heyecan verici bir şekilde benzersiz olmasına rağmen birbirleriyle nasıl bağlantı kurduğu. Okurken her birinin sonunda ne olacağını kestirebildim, fakat bilemediğim şey o noktaya yolculuktu. En çok da bu anlatım keyif verdi diyebilirim.
Türler arasında sıçrayan ve şaşırtıcı bir sonuca varan farklı bir roman. Beni perili ev hikayesinin, gerçekliği çarpıtan yeni bir vizyonuna çekti. Sanırım ilk tanışma için sadece David Mitchell'in yapabileceği bir şey gibiydi.
Sıla Okur çevirisiyle