...Spinoza'nın bakış açısından, insanın tam da "bilinç sahibi" oldugu için belki de en düşkün, en şanssız varlıklar arasında yer alabilecegini de anlarız. Çünkü insan "mutsuz" olabilmesinin koşullarını alabildigine abartmış bir varlık türüdür.
İnançlarını terk etmiş olsa bile, bir Yahudi olarak Spinoza, dogdugu ve bildigimiz kadarıyla da hiç ayrılmadıgı Kalvinci topraklarda hep bir yabancı olarak yaşadı. Ama Talmud Torah cemaatinden aforoz edilmesi ve dogdugu kentten de gönüllü olarak sürgüne gitmesinden sonra Spinoza kendini bir Yahudi olarak tanımlamıyordu. Kendisini Hollanda Cumhuriyeti'nin sıradan bir vatandaşı ve belki bir de uluslar ötesi edebiyat cumhuriyetinin bir vatandaşı olarak görmeyi yeğliyordu. Sadece sinagog okulunda ögretilen Yahudi geleneklerini degil, yurdunun ilk yüzyılında barış ve huzuru bozan felsefi, teolojik ve siyasi tanışmaları da kullandı. Mirası da faydalandıgı kaynaklar kadar zengindi. Spinoza'nın döneminde, Hollanda Cumhuriyeti pek çok bakımdan kimligini arıyordu. Spinoza'nın Hollandalı çagdaşlan ona ne kadar saldırsa da, Hollanda entelektüel kültürünün gelişmesine yaptıgı katkının önemi inkar edilemez. Belki de bu modern Yahudacılıgın gelişimine yaptıgı katkı kadar büyüktür.
Deleuze, Spinoza'nın "tüm filozofların hükümdarı" oldugunu yazar: hayatı ve eseri, felsefeler arasında bir felsefe degil, felsefe adı verilen şeyin ta kendisidir .
Spinoza o kadar "günlük hayat" içindedir ki, onu okuyup "anlayamadım" demek insanın düşünme gücünün ne kadar örselendigini dışa vuracak kadar büyük bir felakettir. Bir Hegel'i "anlayamamanız" sizin için artı bir puan olabilir. Hiç degilse "olumsuzun" yüceltildigi, nefret edilesi ve Nietzsche'nin deyimiyle adamı "tarihin tekne kazıntısı" haline getiren bir duygudan kendinizi -bilmeden de olsa- kurtarmış olursunuz. Oysa Spinoza felsefesinin işleyiş tarzı, onun mutlaka kavranır olmasında yatar. Böyle bir felsefenin kavranamaması demek, düşünememek anlamına gelir. Bunun nedeni, Spinoza'nın düşün meyi çok geniş bir anlamıyla ele almasıdır: Varoluşun sıfatından biri olarak düşünce... Bu ne demektir? Açıkça söylemek gerekirse, Spinoza'da düşünce ya da genel olarak fikir denilen şey, varolan şeylerin bir özelligidir, onları kavrayan varlıgın yani Descartes'in Cogito'sunun bir ayrıcalıgı degildir. Her cismin, şu kibrit kutusunun bile bir "fikri" vardır. O, yalnızca insandan farklı olarak bu fikri "bilinç" alanına taşımaz. Başka bir deyişle, kendi hakkında bilinç sahibi değildir. Oysa insan, belki de ne yazık ki diyecegiz, kendi hakkında bir "fikir" sahibidir.
Bugün, klasik felsefe terimlerinin ve metafizigin agır eleştirilere tabi tutuldugu ortamda Spinoza'yı ikinci bir kez daha davet edebiliyorsak, söz konusu formüle verilen Romantik anlamın ötesine taşmamız gerekiyor: Spinoza felsefesi "tutkuların" yerine "akıl" vazeden bir felsefe degildir. Insanların "aklın buyruguna göre davranacakları" umudunu Etika'da formüle eder etmez ardında bırakır. Yine de bizi "olabilirliklerin", "gizil güçlerin" alanına mahkum etmeden yapar bunu. Ne eksik ne de fazla, Spinoza felsefesi tam tamına "pratik" nitelikli bir felsefedir: Bu yüzden, bir dizi formülün, tanımın, kanıtlamanın ve önermenin sıralanıp durdugu "more geometrico", yani "geometrik düzene uygun olarak gösterilmiş" sunuş yöntemidir...