Her şeyin bir vakti var... Hep gecikmiş yada geciktirmiştim Tutunamayanlar'ı meğer vakti gelmemiş. Cümleleri nasıl toparlayacağım, nasıl hislerimi yirmi dokuz harf ve birkaç noktalama işaretiyle dile getireceğim. Korkunç bir hal; yüzlerce harfim olsa yine anlatamam. İlk defa bir kitabın sayfalarında çok canım yandı. Yaşam hislerime karşılık veriyor ve kitabı elime tutuşturuyor... Bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor ama dilini bilmiyorum, anlamıyorum. Zihnimde bir can pazarı; kelimelerim anılarımla can veriyor. Yaşatmak istediğim her ne varsa, Yaratan: -o kudret senin değil, diyor. Selim gibi, -canım Selim'im Tutunamıyorum. Anlaşılmak; bir zihinde, bir yürekte tutunmak -zorla orada bir yerde kök salmak- kök salabildiğini sanmak... kudretli bir ağaç; gövdesi iki insan boyu, -dalları göğe uzanan, kudretli ama bilmiyorsunuz her rüzgarda savrulan hiçbir toprağa tutunamayan. Bilmiyorsunuz! -bilseniz, tutunamadığımı.. bilseniz tutunamadığımı, salıncaklarınızı bağlar mıydınız dallarıma? Altıma uzanıp, yıkılacağımı hiç düşünmeden gölgelenir miydiniz? Çekiştirir miydiniz yapraklarımı? Canım yansa da dallarım kırılsa da sizi istiyorum -seni. Olmak, olmak istedim -sizden biri olmak. Ne sizinle ne sizsiz, ne kendimle nede kendimsiz Tutunamıyor, toprağıma kök salamıyorum. Uzaklaşacağım, uzuun bir süre Oğuz Atay okumayacağım. Bu cesareti bir daha gösterebilecek miyim bilmiyorum. Karikatür dergilerine, onlarca ismin birbirine girdiği ve hep bir entrikanın döndüğü Rus romanlarına sarılacağım. Ruhsuz tarih kitaplarını baş ucumda tutacağım. Beni uyandırmayın beni aynanın karşısına bir daha çıkarmayın! Kendimden, sizden -kedilerden bile kaçacağım.