Öne Çıkan Varisler Öğrenciler ve Kültür Gönderileri
Öne Çıkan Varisler Öğrenciler ve Kültür kitaplarını, öne çıkan Varisler Öğrenciler ve Kültür sözleri ve alıntılarını, öne çıkan Varisler Öğrenciler ve Kültür yazarlarını, öne çıkan Varisler Öğrenciler ve Kültür yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Gerçekten demokratik bir öğretim sistemi kendisine kayıtsız şartsız amaç olarak olabilecek en fazla sayıda bireye, en kısa sürede,en eksiksiz ve en mükemmel biçim de, verili bir anda tedrisi kültürü oluşturan kabiliyetler arasından olabilecek en büyük miktarda unsuru elde etme imkânı sağlamayı verense bu nevi bir sistemin,
iyi ailelerden gelen kimselerin oluşturduğu bir elitin eğitimine ve seçimine yönelmiş geleneksel öğretimin olduğu kadar, ısmarlama uzmanların seri üretimine dönük teknokratik öğretimin de zıttında konumlandığı görülür. Ancak öğretim siteminin gerçek manada demokratikleşmesini kendine amaç edinmek yeterli değildir. Kültürel eşitsizliğe etki eden sosyal faktörlerin tesirini sistematik biçimde ve sürekli olarak etkisiz kılmak için anaokulundan üniversiteye gerekli tüm önlemleri alan akılcı bir pedagojinin yokluğunda, öğretim hususunda herkese eşit şartlar verme yönünde bir siyasi irade gerçek eşitsizliklerin üstesinden gelemez; tüm kurumsal ve ekonomik araçlarla imkânlarla donansa bile. Diğer taraftan ise, gerçek manada akılcı, yani kültürel
eşitsizliklerin sosyolojisi üzerine inşa edilmiş bir pedagoji, kültür ve okula ilişkin eşitsizlikleri azaltmaya kuşkusuz katkıda bulunabilir ancak bu nevi bir pedagoji, meselenin özüne gerçek anlamda, sadece ve sadece, öğretmen-öğretim elemanı alımlarının ve öğrenci seçimlerinin gerçek manada demokratikleşmesinin tüm
koşulları (en başta akılcı bir pedagojinin tesisi) bir araya gelmiş olursa nüfuz edebilir.
Yalnızca nefis bir sosyoloji çalışmasından beklenen nitelikleri -ciddiyet, titizlik, temkinlilik, açıklayıcılık, "mistik" ve fetiş olanın ardındaki toplumsalı deşifre etmek- taşıması ile değil, aynı zamanda sosyoloji disiplininin şahsiyeti ve saygınlığı adına muazzam bir gayreti ve hizmetkarlığı göğüslemiş bir figürün aslî kaygılarının kökenlerine doğru iz sürmek adına da fevkalade ehemmiyet taşıyan temel bir eser. Müstakbel meslektaşlarımızın eğitimleri boyunca maruz kaldıkları şeylerin az çok farkında biri olarak, her şey bir tarafa, sosyoloji icrasını ancak ve ancak virtüöz icrasının kendisinde bulabileceklerini hatırlatmak zorundayım. Virtüözün performansı da bu performansı alımlayabilecekler içindir zaten. Dolayısıyla zahmeti göğüslemek gerektir.
İdeolojik oyunlar, kaygı dolu ve mutsuz bir
öğrenci ahvali tecrübesinin üstesinden gelmenin yollarından biri
de olabilir. Tanımadığı rakiplerden oluşan koca bir kalabalıkla
tedirgin edici bir temasın uyandırdığı endişeyi her an hisseden
ve son derece güç çalışma şartlarıyla karşı karşıya bulunan Parisli
öğrenci için, ne pahasına olursa olsun orijinal olmanın peşinde
koşmak fevkalade hayati bir işleve sahiptir. Bunalma ya da tecrit
olma gibi daha kolaylıkla itiraf edilebilen tecrübelerin, yer değiştirmiş olarak öğrencinin temel kaygısını ifade ediyor olması
da mümkündür: “Ben neyim” ve “değerim ne” sorularını hiç
durmadan sormaya mahkûm olup okuldaki başarı dışında bir
seçilmişlik göstergesine sahip olmadığından ötürü başarısızlık
veya anonimlik hissiyatını mevcudiyetinin derinliğinde hisseder.
Hoca tarafından fark edilmek (“göze girmek”) için yapılan kurnazlıklar ve gösterilen gayretler veyahut da onun tam tersi olan küçümseme ve çekiştirme gibi ideolojik tartışmalar da neredeyse bir terk ediliş tecrübesine benzeyen bu tecrübeden kaçınmanın yöntemlerindendir.
Sosyolog Pierre Bourdieu ve Passeron'un eğitim sistemindeki eşitsizliği toplumsal kökene dayalı olarak ele aldığı bir kitap. Eşitsizliği kültürel boyutuyla ele alarak sosyal bilimlerde kendisinden hala söz ettiren üretken bir yazarın analizine dayanan kıymetli bir eser. Üniversitelerde talep edilen sermayenin üst sınıfın sermayeleri ile uyumlu olduğu ve bu durumun üst sınıftaki öğrenciler için bir avantaj, alt sınıfta olanlar için bir dezavantaj oluşturduğunu savunulmakta. Alt sınıftan öğrencilerin eğitimin üst basamaklarını tırmanırken üst sınıf öğrencilerine göre aşırı seçilmeye maruz kaldığını belirtmekte.
Her ne kadar öğrencilerin büyük kısmı, nasıl konumlanacaklarını
bilemedikleri bu tartışmalara ancak çok uzaktan katılsalar
da karşı çıktıkları veya sonu gelmeyen tartışmalarda onları karşı
karşıya getiren siyasal görüşler veya estetik değerler aynı mantığa riayet eder. Kendini farklılaştırma arzusu, aynı anda hem
siyasal düzeyde hem felsefî düzeyde hem de estetik düzeyde gayet iyi işleyebilir: Bir Troçkizm bir başka Troçkizme, Maoizme
karşı durduğu kadar ve farklı bir şekilde karşı dururken erken
Antonioni’nin hayranları geç dönem Antonioni’ye düşkün olanların karşısındadır ve bu arada bu iki grup bambaşka gerekçelerle Bergmanın infazı hususunda uzlaşırlar. Aslına bakılırsa farklılık arayışı, farklılık oyununun oynanabileceği sınırlara ve oyunun bu sınırlar dâhilinde oynanmasının gerekliliğine ilişkin bir mutabakatın varlığına dayanır. Ancak mutabakat sınırlarını aşmadan gerçek farklılıklar bulmanın güçlüğünden ötürü, karşıtlıkların her daim yapay veya şeklî olma riski vardır ve tartışabilmek esas üzerinde mutabık kalmayı gerektirdiği için esası asla tartışmamak mevzubahistir.
İlk olarak toplumsal kökeni ne olursa olsun, kadınların edebiyat fakültelerine, erkeklerin ise fen fakültelerine yönelmeleri her zaman en olası durumdur. Bu noktada cinsiyetler arasındaki iş bölümü ve “yetenek” ayrımına ilişkin geleneksel modellerin tesiri fark edilir. Daha genel surette, öğretmenlik eğitimi veren edebiyat ve fen fakültelerine kadınlar daha fazla mahkûm edilmişlerdir: Babaları tarım işçisi olup üniversiteye girebilmiş kadınların bu iki fakülteden birinde bulunma ihtimali %92,2 oranındadır.
Dolayısıyla, kuralın dışsal tazyikine
karşı isyan, kuralın dayattığı değerlerin içselleştirilmesinin
yollarından biridir. Bir anlamda Freudçu mitte olduğu gibi, içe
yansıtılan babanın hükümdarlığı babanın öldürülmesiyle başlar.
Öğrenci çevresine özgü ideolojik mutabakata büyük ölçüde iştirak eden kadınlar, üçte iki oranında "angaje" olduklarını ifade etmekte, olmayanlar ise bu hususta mazeret sunmaktadır. Ancak tüm söylemleri kadının görevlerine ilişkin daha geleneksel bir tanıma bağlılığı ele vermektedir. "Başkasına hizmet" in akılcı ve faydacı bir gerekçelendirmesi bu söylemde çok istisnai biçimde yer alır ve geleneksel etiğin kalıntısı olan kendini adama idealini yücelten metaforlar çokça bulunur.