Her türlü zorbalığın toplum tarafından makul ve yerinde bir gereklilik olarak karşılandığı, beraat kararı gibi her türlü merhamet göstergesinin toplumda tatminsizlik ve intikam duyguları uyandırdığı bir dünyada adaleti düşünmek gülünç değil midir?
Çok okuyordu. Bütün gün kulüpte otururken sakalın sinirli sinirli karıştırdığı, dergilerin ve kitapların içine gömüldüğü zamanlar olurdu. Yüzüne bakıldığında bunları okumaktan ziyade çiğnemeden yuttuğunu görmek mümkündü. Okumak onun hastalıklı alışkanlıklarından biri kabul edilmelidir; zira geçmiş yılların gazete ve takvimleri bile olsa eline geçen her şeye aynı açgözlülükle saldırırdı. Evinde ise her daim uzanarak okurdu.
Ama çok geçmeden konuşma arzusu her türlü düşüncesini bastırır, kendini cesaretlendirerek ateşli ve tutkulu konuşmaya başlar. Konuşması düzensiz, coşkulu, hezeyan dolu; içgüdüsel ve bazen de anlaşılmazdır, fakat hem sözlerinde hem sesinin tonunda olağanüstü güzel şeyler duyulur. Yine de konuşmaya başladığında karşınızdakinin bir deli olduğunu anlarsınız. Akıldışı sözlerini kâğıda aktarmak güçtür. İnsanların alçaklıklarından, hakikate kafa tutan zorbalıktan, zamanla yeryüzüne inecek olan güzel hayattan, zorbaların aptallığını ve acımasızlığını her dakika anımsatan pencerelerin parmaklıklarından bahseder. Ve ortaya eski, ancak henüz söylenmemiş şarkılardan oluşan karışık, tutarsız bir potpuri çıkar.
Savaşmaktan ve devamlı bir korku halinde olmaktan hırpalanmış ruhunu tıpkı bir aynadaki gibi yansıtan solgun ve mutsuz bir yüzü var. Yüzünü garip ve acı çeker bir ifadeyle buruşturuyor, ancak derin ve gerçek acının yüzüne yerleştirdiği bu ince çizgilerden mantıklı ve zeki biri olduğunu anlamak mümkün. Gözlerinde ise sıcak ve canlı bir parıltı mevcut.
Gündüzleri odanın içinde pencereden pencereye dolaşıp durur ya da Türk usulü bağdaş kurarak yatağında oturup şarrakkuşu gibi ara vermeksizin ıslık çalar, sessizce şarkı söyler, kendi kendine kıkırdar.