Her şeye karşı yabancılaştığınızı düşünün. İnsanlara, zamana, yaşama ve kendinize bile. Hiçbir şeyden his duymayan bir insan gibi, sanki kendisini uzaktan seyreden bir "yabancı" misali oradan oraya savrulduğunuzu... İşte Meursault da tam olarak böyle biri. Hayatı yaşamaya değmeyen bir şey olarak tanımlar ve olaylara -neredeyse herkes için- normal olan tepkiler vermekten uzaktır.
İnsan; diğer canlılar gibi doğar, gelişir ve ölür. Ancak onu diğer canlılardan farklı kılan bazı özellikler vardır: hisleri ve yaşadıklarına karşı verdiği tepkiler... Ayrıca yaşam, kimine göre kısa kimine göre ise uzun bir yolculuktur. Bu yolculukta pek çok kişiyle tanışırız. Bazılarıyla yollarımız ayrılsa da bazıları her daim hayatımızda olur. Meursault, bu yolun sonunda yapayalnız kalacağını bildiğinden ötürü her şeye yabancıdır ve onun hayatındaki insanlar birer silüetten başka bir şey değildir. Dünya üzerindeki çoğu kişiden farklı olarak insanlara duygularıyla bağlanmaz, aksine onları sadece gözleriyle görmeyi yeğler.
O gün annesi ölmüştü. Belki de ondan önceki gün, bilmiyordu... Annesinin ölümüne ağlamamıştı, belki de her şeyin farkında olduğu için tepkisiz kalmayı tercih etmişti. Herkesin gözünde ruhsuz olan bu adam belki de en hassas kalpli insanlardan birisiydi.
Yabancı, Albert Camus'nün felsefesi ve hayat hikâyesinden haberdar olunarak okunduğu müddetçe, oldukça anlamlı bir eser. Camus'nün sade ve süslü cümlelerden uzak anlatımı da kitabın anlaşılır kılınmasının sebeplerinden birisi.