gücün aşırılığı; güçsüzlüğün temel dinamiğine açılım sunar. çünkü dengesizliğin tutumları kişiyi ve toplumu hem kendisine hem de kendi olmaklığına yabancılaştırır. ve bu yabancılaşmanın güdümünde hem kişi hem de toplum köklerinden sıyrılıp uçmaya kalkıştığında daha çok bataklığa batar. bu bağlamda dengede kalıp aşırılğın sunmuş olduğu cazibeye kapılmadan varlığı ve var olmaklığa devam edilmelidir. aksi durum sözkonusu olduğunda kaosun bile ortadan kaldığı bir meydan oluşacaktır. çünkü kaosun bile kendi içsel örüntüsünde bir düzenden bahsedilir. ayrık gibi gözüken bu iki kavram hem öznelliklerini hem de nesnelliklerine ana kaya olup tohumlarını aynı toprak üzerine atar. işte bu bağlamda hem kişi hem de toplum köklerini kemiren kurtçukları özümseyerek ve onları kendi benlikleri için kullanarak hayatta olmaya devam etmelidir. yoksa ne var olma ne de yok olma bilincine sahip olacaktır. arafta kalmış bir düzeyde duracaktır. bu durağınlığın çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu hatta iğrençliği zehirleyecek eski ya da yeni olsun kurban aramaya devam edecektir. çünkü güç denen istencin asıl dayanak noktası kendi varlığını korumaktır. tıpkı virüs gibi. ancak canlı bir şeyle karşılaştığında kimliğini ortaya koyacaktır. ve bildiğimiz gibi virüslere ihtiyacamız olsa dahi asıl maksatları hasta edip kendini önce hem kendine ispta etmek hem de yayılımıyla kişi nesnesinde topluma kendini kabul ettirmektir. böylelikle diktatörlüğün organikliği ve inorganik yapısı anlaşılmaktadır. peki canlı olarak karar verme yeteğine sahip olan bizler hangi tercihi yapacağız?