Trak, işte kuzey kızıllığı, işte bir devrim, işte yüce bir adam; koca rakamlarla yazılmış 93, başrolde Napoléon, 1811 kuyrukluyıldızı afişin en üstünde. Ah! Beklenmedik tutuşmalarla yıldızlanan güzel, mavi afiş! Bum! Bum! Olağanüstü bir gösteri. Alıklar gözlerinizi kaldırın. Yıldız da, dram da her şey dizginsizce ilerliyor. Ulu Tanrım, bu kadarı çok, ama yeterli değil. İstisnai durumlarda başvurulan bu çareler heybetli görünseler de, beş para etmezler. Dostlarım, kader son çözüm yollarını deniyor. Bir devrim neyi kanıtlar? Tanrı'nın eli sıkışık. Geçmişle gelecek arasında bir süreklilik ilişkisi olduğu ve ikisini bir araya getiremediği için bir darbe yapıyor. Aslında, bu durum Yehova'nın refah durumu konusundaki tahminlerimi doğruluyor ve hem yukarıda hem aşağıda bunca felaketi, yiyecek bir darı tanesi bulamayan kuştan, yüz bin franklık geliri olmayan bana kadar hem gökyüzünde, hem yeryüzünde bunca alçaklığı, pintiliği, hasisliği, rezilliği, insanlığın, hatta asılan Condé prensinin de kanıtladığı gibi kralların yozlaşmış, uğursuz kaderlerini, başucu noktasındaki yırtıktan esen başka bir şey olmayan kışı, sabahın ilk kızıllığında tepelerin zirvesinde beliren bunca rezaleti, çiy taneleri denilen o sahte incileri, parlaklığı aldatıcı olan kırağıyı, düğmeleri sökülmüş insanlığı, yamalanmış olayları ve Güneş'teki onca lekeyi, Ay'daki onca çukuru, her yanda onca yoksulluğu gördükçe, Tanrı'nın elinin bol olduğundan şüphe ediyorum. Sorun yokmuş gibi göründüğü doğru, ama bir sorun olduğunu hissediyorum.