“…Nasıl da durmadan çocukluğum geliyor aklıma, belki de Clarissa’yı gördüğüm içindir; çünkü kadınlar bizden çok daha fazla geçmişte yaşıyorlar, diye düşündü.”
Ne yapacağımı gerçekten hiç bilmiyorum, diyor Connell. Kalmamı istediğini söyle, kalayım. Marianne yumuyor gözlerini. Dönmez herhalde, diye düşünüyor. Dönse bile aynı olmaz. Şu an yaşadıkları hayata bir daha asla dönemezler. Yine de Marianne için yalnızlığın acısı, eski acısına, hissettiği değersizliğe kıyasla hiçbir şey. Connell’ın bir armağan gibi hayatına getirdiği iyilik, şimdi kendisine ait. Connell’ın önünde hayat dört bir yöne birden açılıyor şimdi. Çok iyi geldiler birbirlerine. Gerçekten, diye düşünüyor Marianne, gerçekten. İnsanlar birbirlerini değiştirebiliyormuş gerçekten. Gitmelisin, diyor Marianne. Ben hep burada olacağım. Biliyorsun.
“Özgürlükten söz ediyorum Fogg. Öyle büyük, öyle ezici, öyle yıkıcı bir umutsuzluk, çaresizlik duygusu ki ondan sıyrılabilmek için özgürleşmekten başka hiç seçeneğin olmaz. Bu, tek seçenektir, yoksa bir köşeye büzülüp ölürsün.”
“Ama benim işim var. Herkes gibi sabahları kalkıyorum ve bir gün daha yaşamanın yolunu arıyorum. Hem de tam zamanlı bir iş bu. Ne kahve molası var, ne hafta sonu, ne ikramiyesi, ne yıllık izni. Gerçi yakınmıyorum, ama ücreti az.”
"Deli olmak ne demek,bilmiyorum," diye fısıldadı. "Ama deli olmadığımı biliyorum. Başarısız bir intihar girişimi benimkisi, hepsi bu." "Kendi dünyasında yaşayan herkes delidir. Şizofrenler, psikopatlar, manyaklar.Yani, başkalarından farklı olanlar."
İçimizde şeytan yok... Aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: Hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var.