Ben bir kadınım.
Senden sonra senin kaburga kemiğinden yaratılmışım. Zayıfım, ruhum hassas.
Biraz egri ve kırılganım.
Evet eğriyim, kırılganım. Eğriliğimi zorla doğrultmaya kalkarsan, bükülürüm, incinirim, yıpranırım. Bir daha doğrulamam, kırılırım. Beni olduğum gibi kabullenirsen, senin hayrın olurum.
Zayıfım. Senden daha zayıf olan beni "gücün"le güçlendirmeye kalkarsan gücün altında ezilirim. Ben senin gücünü taşıyacak güce sahip değilim.
Güçsüzlüğümü senin gücüne yaslamak, sana dayamak isterim.
Hassasım. Gördüğün bedenim değil, görmediğin ruhum hassas. Bir bakışta ruhumu görmeni isterim. Ruhumun senden istediğini anlamanı beklerim. Ruhum öylesine hassas ki, sükûtumda ruhumun sesini duymanı isterim. Bakışın bakışımın dilini anlamazsa, dilim söze gelir ve seni incitmekten korkarım. Ben senin incitenin değil, inceliğin olmak isterim.
İnsan bir kez açmayagörsündü hatıraların sıkışıp kaldığı sandığın kapağını. Ondan sonra, acı ve tatlı duyguların seline kapılmış gibi onların önünde, ardında sürüklenir giderdi. Ne çok çizik, kesik, yara bere vardı, hepsinin de birden kabukları kavlar, ince ince sızlamaya ve kanamaya başlardı.
İnsan kendisini kuşatan koşullara alışamasa ne yapardı, nasıl yaşardı acaba?.. Herhâlde her an boğulma tehlikesiyle karşı karşıya kalırdı. Öyle olmuyordu işte, her defasında da tehlikeleri atlatıyor ve işte bu kez bitti, az sonra dünyada bir kez olsun alınacak nefes bulamayacağım diye düşündüğünüzde bile yaşamaya devam ettiğinizin farkına varıyordunuz.