f

Felsefe ve Din

2 üye
Ömer Hayyam da aynı soruyu sormuştu.
Allah, bizzat nebî ve resûl adlarıyla kendisini adlandırmadı. Ancak velî adını takındı ve bununla vasıflandı. "Allah iman edenlerin velisidir.." (Bakara,2/257) Diğer bir ayet; "..O, gerçek bir dosttur|velîdir, övülmeye layıktır..." (Sara, 42/28) Böylece Allah, kollarına lütfetti de onlara şeriat/yeni bir din kurma yetkisi olmayan genel peygamberliği bıraktı. Yüce Allah, kulları için, hükümlerinin değişmezliğini korumaları şartı ile ictihad/yorumlama yoluyla yöntem ve kararlar getirmeyi kaldırmadı. Bu nedenle Hz. Peygamberimiz "Âlimler, nebilerin vârisleridir." dedi. Bu verâset/miras, ancak müctehidlerin/yorumcuların din hükümlerini yorumlaması ve kural hâline getirmesi ile ilişkilidir. Bir peygamberin, din kuralları dışında bir söz söyledigini işitirsen; onun, irfan sahibi arif bir velî olarak konuştuğunu anlarsın. Öyleyse o peygamberin hem âlim bir peygamber hem de velî olması nedeniyle, makam ve mertebesi, yalnızca peygamber olması nedeniyle sahip olduğu peygamberlik makamından daha üstün olur. Kısaca bir peygamberin velîlik makamı (manevî düzey ve derecesi), peygamberlik makamından daha tam ve daha mükemmeldir. Bu nedenle, Allah'ın dostlarından birinin, “Velâyet, nübüvvetten üstündür" (Velîlik, peygamberlikten üstündür.) dediğini işitecek olursan; O, bu sözüyle, ancak bizim yukarıda söylediğimiz sözü (yani, peygamberin velâyetinin, yine peygamberin nübüvvetinden üstün oldugunu) kastediyordur. Hatta o Allah dostlarından birinin, "Velî, nebî ile resûlden üstündür" dediğini duyarsan, bilmelisin ki o, bu sözüyle yine; velilik, nebilik ve resûllük makamlarına sahip olan tek bir şahsı kastetmiştir.
Sayfa 197Kitabı okudu
Hayat??
Hiristiyanın biri bir yahudi ile münakaşa ederken karşısındakinin saçma sapan sözleri cevap olarak Yahudi'nin kel kafasına "şak" bir tokat yerleştir sonra sorar: " sesin çıkmasına neden olan şey senin kafan mıdır yoksa benim elim midir?" Zamanımız da, din konusunda da böyle çözümemiş bir sorun kisvesine büründü." Hayat maddi olmayan esir mi, yoksa maddenin özel bir biçimindeki titreşiminden mi kaynaklanıyor?" sorusu eski çağlardan beri tartışılıp duruyor. bu tartışmanın sona ermemesinin nedeni mahkemede asıl maksadın göz önünde bulundurulmaması hatta hayat kelimesi işitince bundan herkesçe bilinen hayat anlaşılmayıp hemen " hayatın kaynağı ve kaynaklanma şekli nedir?" soruları hatıra gelmektedir.
Reklam
Ancak Aristoteles, kendi kendini düşünen Düşünce'nin, mutlak varlık olduğunu ileri sürerken, onun saf bir Fiil, sonsuz bir güç kaynağı olduğunu düşünüyordu. Onun Tanrısı, saf fiil olması bakımından öyleydi; fakat o, varoluş mecrasında yer almayıp, bilgi mecrasında bir saf fiildi, saf düşünceyidi.
En iyi modern din savunucuları bile bu gerçeği göz- den kaçırmış görünüyor. Çünkü onların geleneksel ina- nışa dönüş için ileri sürdükleri en güçlü argümanlar Tan- rı'ya olan inancın toplumsal ve ahlaki faydalarını göste- renlerdir. Fakat bu da Tanrı'nın bir gerçeklik olduğunu kanıtlamaz. En fazla Tanrı'ya inanmanın faydalı olduğu- nu kanıtlar. "Eğer Tanrı olmasaydı onu icat etmek gere- kecekti." Belki. Fakat eğer insanların Tanrı'nın varlığına dair herhangi bir şüphesi varsa, bu icat boşuna olur
Sayfa 29
eğer ölüm bir sonsa kaybettiğimizi asla bilemeyeceğiz
Sayfa 31
Tanrı'yı Mutlak bir şey olarak alırsak, düşünme ile varlığın tamamıyla bir öz deşliğinden söz edilecek ve Tanrı'ya büyük payeler verilmiş olsa da, O en büyük akıl olarak kalacaktır. Bu durumda Tanrı, insanî varoluşa bir öteki olarak girmekten ziyade, insanın tefekkür aktivitesinin bizatihi kendisi, Tanrı'nın varlığının yansıtıcı yüzeyi ya da aynası olacaktır. Kısacası, rasyonel teolojinin, şu ya da bu farklı tonlarına rağmen, insanın tefekkürü ya Tanrı'nın varlığının bir aynası, ya da insan aklının bir tanrısallaştırılması ve onun sınırlarının bir aşılması olarak telakki edilmiştir.
276 öğeden 281 ile 276 arasındakiler gösteriliyor.