Yok oluyorum yavaş yavaş, varlığımı hissettirmeden, göz göze gelmeden yok oluyorum. Bir demet güle muhtaç kalmadan gidiyorum. Ne zormuş geride yaşanmamış anılar bırakmak, ne zormuş yaşamış gibi hatırlamak ve ne kadar zormuş kalbinde yaşamak. Sevgilim..
Gülüşü, dünyamı saran sevdiğim.
Bu mektup sana, bu mektup bize.
Bir bir yazdım her şey olmayan hiçlerimizi.
Güzeldi köşe başlarında seni izlemek, saçına taktığın her bir çiçek..
Güzeldi ,sensizde olsa kırlarda yeşermek.
Sensiz de güzeldi sevmek. Sensiz ve sensizlik. En sadık yoldaşlarım. Yoldayım, her an ne getireceğini bilmediğim bir patikadayım.
Bu ne karışık yolculuk böyle. Kalbine tarif gerekiyor sevdiğim. Her köşeden yolcu çıkıyor. Kaç yol var kaç yolcu ağarladın ne yapsam sayamadım.
Kübra Nur Gümüş
Gökhan Özcan'nın pazartesi perşembe köşe yazılarını bu gönderinin altında paylaşmayı düşünüyorum inşallah, bugünden başlayalım.
Nefs sözünü sinsice söyler!
Hayata, başka insanlara karşı bir şeyler söylerken, freni boşa almak adetimiz oldu. Buna karşılık, kendimize bakışımızda ayağımız hep fren pedalında. Kendimize kıyamıyoruz hiç,
"Birine güzel bir şey söylediğiniz zaman ölmüyorsunuz ama o yeniden doğmuş olabiliyor,
Kötü bir şey söylediğinizde göğe ermiyorsunuz,
ama o yerin dibine geçebiliyor, kısaca özetlemek gerekirse, nezaket kimseden bişey eksiltmiyor."
Hayatı nice dersler ve sonsuz inceliklerle dolu bir sanat, yaşamayı da günden güne güzelleşmeyi icap ettiren bir sanatkârlık olarak görebilecek miyiz günün birinde? Birbirimizle günün birinde bir yerde sebepsizce karşılaş-madığımızı, birbirimizden alacağımız vereceğimiz şeyler olduğunu, içinden geçtiğimiz hikayelerin bunu gerektirdiğini
Acil ve öncelikli meselelerimizin ne olduğu konusunda kafamız biraz karışık şu zamanda. Altında kullanılabilir durumda bir arabası olan bir insanın filanca markanın yeni modelini almak acil bir ihtiyacı olabiliyor mesela. Ya da yaz bitmeden bir tatil beldesine kapağı atmak... Mobilyaları değiştirmek, yeni moda bir şeyler almak, filanca filmi
İnancınız vardır yahut yoktur, bu sizin meselenizdir. Kur’an’ı, ezanı, âyinleri, vesaireyi kendi başınıza veya kendi aranızda canınızın istediği dilde, Arapça, Türkçe, hattâ Japonca, Çince yahut Hotanto lisanında bile okuyabilir; semâ niyetine kadın-erkek hep beraber tepinebilirsiniz. Ama bir “Mevlevî mukabelesi” mevzubahis olduğu takdirde bunun bir “zikir” olduğunu unutmadan yüzlerce senelik geleneklere saygı göstermeniz, hele mukabele resmî bir kurum tarafından düzenlenmiş ise, kuralları itina ile tatbik etmeniz şarttır.
Unutmamamız ve bilmemiz gerekir: “Mevlevî âyini” ve “semâ” gösteri yahut eğlence vasıtası değil, adı üzerinde, ibadet kimliği taşıyan bir “âyin”, yani bir “ritüel”dir; geçmişi asırlar öncesine uzanan, gayet sıkı kuralları olan bir zikir...
Mevlânâ, çok sayıda eseri ve kendisinden sonra teşekkül eden Mevlevîlikteki seremoninin gözalıcığı sebebiyle artık maalesef bir sektör ve mükemmel bir ticarî vasıtadır! İsmini taşıyan köftecileri, hamamları, seyahat şirketlerini yahut kebapçıları bir tarafa bırakın; Mevlânâ şimdi araştırma ve yazma özürlü ilim fukarasının bile tepe tepe kullandığı bir kaynaktır, yeni uydurulan dünya kadar saçma sapan söz sosyal medyada ona aitmiş gibi yayılmaktadır, hattâ adına vodka bile çıkartılmıştır!
Bugün kitapta okuduktan sonra tekrar bir yazıda karşıma çıktı bu söz.Vardır bir hikmeti diyerek buraya ekliyorum .🍃
•••YÜRÜDÜM
Yürümekten başka her eylemin adı kaçış, kaçış, kaçıştır” diyen şair gibi yürümedim, hayır. Zaten o şairi kimseler anlamamıştı. Bir yalnızlık, bir yanlış alınmış karar gibi dolaşmıştı o yeryüzünü. Sonra uzanıp kapatmıştı
Semâ da ticarî vasıta olmuştur! Defilede, sünnette, konserde, baloda ve durup dururken havaalanında bile semâ edilmektedir; bu organizasyonlara katılan semâzenler birer “döner sermaye”dir. İş turistik hal alıp şipşak semâ edilmesi istenince âyinler kısaltılıp kuşa çevrilmiştir, zira maksat zikir yahut âyin gibi mistik icra değil, Mevlevî Âyini’nden menfaat sağlamaktır.
Denedim yaşamayı… Aslında denemeyi denedim bunca zaman… Yaşamaya fırsat bırakmadı sevdiklerim… Ya ben ramak kaldım hatıralara ya da hatıralar zaman dilimimde hiç olmadı. Bilmiyorum… Sadece denedim, işte o kadar. Yer edinmiş acılarıma, dertlerime bakıyorum da… Her biri ayrı kesti ruhumdaki benliği… Benim olmayan ama beni benden alan yaralarımda bu kaçıncı vuslattır, bilemedim. Hiç de hesaplayamazdım aslında, dört işlemle
dönse de dünya. Kaç beden önce hissetmek gerekirdi ruhundaki, ruhumdaki çıkmazları?.. #Buraközçetin