Rafael Bernal, Latin Amerika edebiyatı için oldukça önemli bir isim olmasına rağmen bildiğim kadarıyla kendisinin Türkçeye çevirilmiş tek eseri bu kitap. Kitabı uygun bir fiyata görünce hemen heyecanla satın aldım ve okumaya başladım. Bazı açılardan kitabın hem sevdiğim hem de sevmediğim yanları oldu.
İlk olarak karakterlerden bahsetmek
Babasının ölümünden sonra babasıyla anılarını özellikle de çapkınlık anılarını alaylı bir dilde anlatan ve babasından biraz da nefret eden bir karakter. Güzeldi, akıcıydı, beğendim.
Bir Kol HikayesiRicardo Sumalavia · Holden Yayınları · 2022188 okunma
Diktatörlük, Latin Amerika’nın makus kaderidir. Neredeyse her Latin Amerika ülkesi bir dönem bir diktatör tarafından yönetilmiştir (sanırım az sayıdaki istisnadan biri Brezilya). Bazıları halen diktatörlükle yönetilmektedir, Venezuela gibi. Latin Amerikalıları hayattan bezdiren iki şey vardır; biri ABD diğeri ise diktatörler. Bu büyük soruna
Latin Amerika'nın sesi, dünyanın vicdanı Eduardo Galeano, Kuçaklaşmanın Kitabın'nda günlük yaşamın içinde hüzünlü hikayelerin ve direnişçi hayallerin yeniden yeşermesine izin vermiş. Savaşın içinde yaşayan karakterler, kelimelerin etimolojisinde bile yalnızlık teması olan bir ülke Uruguay.
Galeano'nun bütün hikayelerinde gösterişsiz sadeliği ama çarpıcı bir kıssadan hisse görürüz hep. Bu eserde, Latin Amerika'nın toplumsal hafızasını, içinde bulunduğu çıkmazın yansımalarını, hikayelerin baş karakterlerinde görürüz.
"Gerçek Tımarhaneliktir" der Galeano. Çünkü bütün Latin halklarının yaşadığı da budur tam olarak. İlk hikayenin teması Dünya'dır. Bütün acıların ve mutlulukların birleştiği o zemin. Bir insanlar yığınıdır ve bir minik alevler denizidir.
* Tanrı yoksa dünyayı kim yarattı? Babası bir sır verecekmiş gibi başını eğerek, "Dangalak "dermiş ona, "biz yarattık dünyayı, biz tuğla işleri"....
Öyküler de tıpkı insan elleriyle şifa vermenin bir başka türüdür. Galeano, belki de bütün hikayelerini kendi halkına armağan etmiştir şifa olsun diye.
Biraz elimde süründü. Bunun ilk sebebi maalesef geçtiğimiz haftalarda yoğunluk sebebiyle okumaya az vakit ayırmam oldu. Diğer sebepse uğraştırıcı bir kitap olmasından kaynaklanıyor. Fakat okuduğum için kesinlikle hiçbir pişmanlığım yok. Her anlamda dolu dolu, düşündüren bir romandı kesinlikle. Márquez'den daha önce seneler (ama gerçekten baya bir sene) önce Kırmızı Pazartesi ve Benim Hüzünlü Orospularım isimli kitapları okumuştum. İkisinde yine aşırı derecede beğendiğimi hatırlıyorum. Fakat benim gibi yazar da acemiyseniz bu kitapla başlamanızı önermem. Çünkü aşırı durağan bir kitap. Yoğunlaşmak ve olay beklentisinde olmamak gerekiyor bence. Ayrıca kitap çoğunlukla monolog şeklindeki düşüncelerden ve durum tahlillerinden oluşuyor. Aşk üçgenleri ya da aşk ilişkileri üzerine yazılan bir kitap beklentiniz varsa başka bir kitaba yönelmenizi öneririm. Bu kitapta karakterlerin bakış açısıyla aşkın tahlilleri yapılıyor aslında. Gençlikten yaşlılığa uzanan, sağduyu ve delilik arasında gidip gelen, yabanıl veya evcil rollere bürünen aşk anlayışını yazmış Márquez. Şu sıralar ciddi, dolu, düşündüren, sorgulatan bir roman okuyayım diyorsanız buyrunuz işte...
Benim Hüzünlü Orospularım ve maalesef aralarında en beğenmediğim de bu oldu. Neden beğenmedin diye sorarsanız, size şu şekilde cevap verebilirim: Eğer kitabın kapağını görmesem, kimin yazdığını bilmesem, öylece sadece roman metnini elime tutuştursalar ve sence bunu kim yazmıştır diye sorsalar, bu kitabı
Gabriel Garcia Marquez deyince aklımıza büyülü gerçekçilik gelmekte. Peki nedir bu büyülü gerçekçilik? İlk başta bu akımdan biraz bahsetmem gerekiyor.
Herkes bu akımın öncüsünü