Osmanlı topolojik yaklaşımı, bunun evlere uygulanması sonunda ortaya çıkan akıl almaz çeşitlilik, pencereler hep birbirinin aynı olsa bile her evin tamamen müstakil bir şahsiyet olması, her sokağın tamamen şahsi bir hüviyete sahip bulunması, Türk-Osmanlı şehir çözümlemesinin müthiş bir katkısıdır insanlığa. Standartlar düzeni doğru kurulduğu takdirde Osmanlı-Türk şehrinde olduğu gibi objektif âlemin kısıtlanmış ve steril bir görüntü kazanması önlenir, maddi ve manevi âlem arasındaki karşıtlık ortadan kaldırılmış olur.
Mimarlık yaşamla bütünleşik, yaşamı kapsayan bir olgudur, anlamlı olabilmesi yaşam koşullarına ve ortamına yaptığı katkıya, yüklediği değerlere bağlıdır ve mimarın gerçek fonksiyonu yaşamın yorumlanmasıdır.
Apartmanın; oturanı değil satanı memnun eden kar düşüncesiyle üretilmesi, insana layık bir yapı biçimi olmaması, temel insan haklarını hiçe sayması, bilhassa yaşlı ve çocukların hiçbir ihtiyacını gözetmemesi, yüksekliği ile insanı önemsizleştirmesi, insanı tabiattan koparması, insanı nesneleştirmesi, çevreye verdiği zararlar, orada oturacak insanlara nasıl yaşamaları gerektiğini dikte eden tahakkümcü karakteri, insanın başta mahremiyet gibi kutsal değerlerinin hiç birini dikkate almaması...
Geç dönem Roma ve Bizans sanatçıları sanki binaları hiç 'in natura' görmemiş, nesneleri sadece oyuncak benzeri düzlemsel kesitler olarak algılamışlardı. Oranlar konusu da aynı şekilde pek ilgilendirmiyordu onları ve zamanla bu ilgi daha da azaldı! Figürler ile bu figürler için tasarlanmış binaların büyüklükleri arasında gerçeğe uygun düşen oranlar yoktu kesinlikle.
"İnsanlar kentleri yaratırlar, kentler de gelecek kuşakları..." Kısacası kent, kendisini ve uygarlığı üreten ortamdır ; mimarlık onun biçimlendiricisidir.