m

Mimarlık Felsefe

1 üye
"Ha, Keating, evimin çirkin olmasını istiyorum. Olağanüstü çirkin. New York'un en çirkin evi benimki olsun istiyorum." "En ... çirkin mi, Bayan Cook?" "Tatlım, güzellik öyle harcıâlem ki!" "Evet, ama ... ama ben... şey, kendime böyle bir şey yapmak için nasıl izin vereceğimi düşü ..." "Keating, cesaretin nerede senin? Arasıra yüce bir jest yapamaz mısın? Hepsi güzelliği elde etmek için habire çalışıyor, mücadele ediyor, acı çekiyor, birbirini güzellik açısından alt etmeye uğraşıyor. Biz hepsini bir çırpıda geçelim! Tanrı oluverelim. Çirkin olalım."
bu tartışmalar için üniversiteye ışınlansam keşke
İşte bu yüzden, mesleğimizin yapısından gelen önemi, bizim yoklukla meşgul olmamız gibi felsefi bir gerçeğe dayanıyor. Bizler, fiziksel varlıkların içinde hareket edebileceği boşluklar yaratıyoruz. İnsan olarak, bu boşlukları rahatlığa adıyoruz. Boşluk demekle, genelde oda olarak bilinen şeylerden söz ediyorum. Böyle olunca, bizi duvarlar ören
Reklam
Yanlış rengin bir dokunuşu bütün odayı değiştirirdi. Böyle şeyler bir yere kibarlık katar.
Kentin sokaklarından her zaman nefret etmişti. Yanı başından akıp geçen suratlara bakıyordu. Korku duygusu bu suratların hepsini birbirine benzetmekteydi. Ortak payda olarak korku. Kendilerinden, başkalarından, birbirlerinden korkmak. Karşılaştıkları herhangi birinin kutsal saydığı ne varsa, hemen onun üzerine atılmaya hazır duruma gelmelerine yol açan korku. O korkunun türünü ve nedenini tanımlayamıyordu. Ama varlığını her zaman hissetmişti. Kendini temiz ve özgür tutabilmek için bir tek tutku edinmişti ... Hiçbir şeye el sürmemek. Onlarla sokaklarda karşılaşmak, nefretlerinin bir kötülük etmeye yetmeyişini seyretmek hoşuna gitmişti her zaman. Nedeni de, kendisinin onlara incinebilecek bir zaaf sunmamış olmasıydı. Ama artık özgür değildi. Sokaklarda attığı her adım incitiyordu onu artık. O kişiye bağlıydı, o kişi de kentin her tarafına bağlıydı, isimsiz bir işte çalışan isimsiz bir işçiydi. Bu kalabalıkların arasında kaybolmuş, onların hepsine bağımlı, hepsi tarafından incitilebilecek durumda, bütün kentin paylaştığı biriydi. Onun herkes tarafından kullanılan kaldırımlarda yürümesi fikrinden nefret ediyordu. Bir satıcının tezgâh üstünden ona bir paket sigara uzatışı fikrinden nefret ediyordu. Metroda ona dokunan dirseklerden nefret ediyordu. Bu yürüyüşlerden sonra evine döndüğünde tir tir titrer durumdaydı. Ertesi gün yine çıkıyordu sokağa.
Senin evinin saptayıcı amacı, evin kendisi. Ötekilerin ki ise seyirciler.
"Benim için yaptığın bu evi bu kadar çok sevmeme sebep olan şey ne, Howard?" Roark da ona, "Bir evin de bir insan gibi bütünlüğü, dürüstlüğü olabiliyor," diyordu. "Ama o da insandaki kadar seyrek oluyor." "Ne bakıma?" "Eh, bir bak şuna. Her parçasının orada varoluş nedeni, ev ona ihtiyaç duyuyor
Mimarlığın sanatlar arasında gerçekten en büyüğü olduğunu söylüyor, nedeninin de anonim bir sanat oluşuna dayandığını ileri sürüyordu. Tüm büyüklükler gibi. Dünyada pek çok ünlü binalar olduğunu, fakat pek azının yaratıcısının bilindiğini, bunun da zaten böyle olması gerektiğini, çünkü bir tek insanın hiçbir zaman önemli bir şey yaratmış olmadığını söylüyordu. Mimarlıkta olsun, başka alanlarda olsun, bu hep böyleydi. Adı baki kalan birkaç mimar, aslında birer sahtekârdan başka bir şey değildi, onlar insanların şanını çalmışlardı ... Bazıları nasıl insanların servetini çalıyorsa, tıpkı öyle. "Eski bir anıtın görkemini seyrederken o başarıyı bir tek kişiye yorumluyorsak, ruhsal bir zimmet suçu işliyoruz demektir," diyordu. "Çünkü bilinmeyen ve anılmayan sayısız sanatçıların o kişiden önce gelip geçtiğini, geçmiş çağların karanlığına gömülüp gittiğini, sanatlarını tevazu içinde çalışarak ortaya koyduklarını (çünkü kahramanlık her zaman tevazu doludur), her birinin kendi çağına ait ortak hazineye kendince katkıda bulunduğunu unutuyoruz. Büyük bir bina, şu ya da bu dâhi tarafından bireysel olarak yaratılmış değildir. Yalnızca tüm insanların ruhunun bir yoğunlaşmasıdır."
Reklam
89 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.