t

Tasavvufî

Dergâhlar büyük tasavvuf yapılarıdır. Bir tarikatın ana dergå- hına "âsitâne" denir ki Farsça'da "eşik" demektir. Meselâ Mevle- vilik'in merkez dergâhı, yani âsitânesi Konya'daki Mevlânâ der- gâhıdır. Dergâhtan daha küçük yapılara "tekke" denir. Meselâ Mevlevî tekkeleri Afyon'da, İstanbul'da, Edirne'de ve Osmanlı coğrafyasının hemen her yerinde vardır. Tekkelerin küçüğüne ise "zâviye" denir. Bugün bizim "tekke" dediğimiz yapılara Afri- ka'da"ribat", Asya'da ise "hankâh" denir.
Sayfa 35
Neyzen içini bu boş kamışa boşaltır. Niyazını, duasını, yakarışını... Kalbini, ruhunu, zihnini... Ney sesi, neyzenin dili olmuştur artık. Ney sesinden ürpermemek elde değil.
Sayfa 43
Reklam
İnsan da neye benzemez mi? Bu âciz varlık aslında en büyük yükü taşımıyor mu? Sessizliği içinde feryatlar barındırmıyor mu? Sussa da özlemini, dileğini, arzusunu haykırmıyor mu?
Sayfa 44
Allah'tan bahsetmek yetmez, Allah ile beraber olmak gerekir.
Satırdan (kitaptan) okunan bilgi yeterli gelmemiştir. Sadırdan (gönülden) gelen bilgi gerekir. Akıl ilmi yetmez, gönül ilmi gerekir. Dünya bilgisi yetmez, kendilik bilgisi gerekir. Allah'tan bahsetmek yetmez, Allah ile beraber olmak gerekir.
Sayfa 45
Ben yaşadıkça Kur'an'ın bendesiyim Ben Muhammed Mustafa'nın ayak tozuyum Biri benden bundan başka bir şey naklederse Ondan da şikâyetçiyim, o sözden de şikâyetçiyim.
Sayfa 46 - Mevlana, Mevlevilik
Akıl başka akılla birleşti mi yol görünür,
Mesnevî" denince akla Mevlânâ hazretleri gelir. Şems'in kaybolmasından sonra Mevlânâ bu şiirleri en önde gelen talebesi Hüsameddin Çelebi'ye söylemeye başlar. Mevlânâ, Mesnevî'deki şiirleri ilk 18 beyit dışında kâğıda yazmış değildir. Doğaçlama olarak söylenen şiirlerdir. 26.000 beyitten oluşur. En son mısrâyı söyledikten iki sene sonra âşığı olduğu Rabbine kavuşur. Mesnevî bir kelime ile özetlense o da "kulluk" olurdu. Mevlânâ, Mesnevi'de ilahi hakikati günlük hayattan, tabiattan örnek lerle anlatır. O kadar gerçektir ki söylediği herkes kendinden bir parça bulur o eşsiz kitapta... Bu kadar somut olduğu kadar soyuttur da... Aklı, gönlü, imanı, kulu yerli yerine oturtur. Coşkulu mısraların içinde sağlam hükümleri gizler: Bir akıl başka bir akılla birleşirse, kötü söz ve kötü işe engel olmuş demektir. Nefis başka bir nefisle dost olursa, akıl işe yaramaz hale gelir. Akıl başka akılla birleşti mi yol görünür, nefs başka nefsle birleşti mi yol kapanır. Onun söylediği binlerce şiirleri ve yaptığı yüzlerce sohbetin amacı insanlara bir kelimeyi söyletmek içindir: Allah.
Sayfa 48
Reklam
Ey oğul! Gönül havuzunun çevresinde olan ten havuzun- dan sakın! Ten deniziyle gönül denizi birbirine bitişiktir, fakat aralarında bir berzah var, birbirlerine karışmazlar. İster doğru ol, ister eğri. O gönül havuzuna doğru gel, geri kalma.
Sayfa 48
Mevlânâ ya sordular: "Biz Allah'ın esmâsından hangileriyle uğraşalım, hangisini zikredelim?" O büyük zat cevap verdi: "Biz Allah Allah deriz. Biz Allahileriz. Allah'tan gelirız, yine Allah'a gideriz." Dolayısıyla Mevlevilerde zikredilen isim, Allah'tır. "Sema" aslında Arapçada "işitmek" demektir. Sonradan müzik nağmelerini dinlerken vecde gelip dönmeye "semå" denmiştir. Semâ edene "semâzen" denir. Semazen aslında hem dönmekte, hem de sessizce Allah'ı zikretmektedir. Bu sessiz zikir bir de Nakşibendi tarikatinde vardır. Bu semânın temeli, Mevlânâ hazretlerinin sıklıkla büyük bir coşkuyla, bir cezbeyle kalkıp Allah'ı dönerek zikretmesidir. Mevlânâ hazretleri semâyı bir usûl ile yapmazdı. Fakat ondan sonra gelenler semâyı usûlleri belli bir zikir haline getirdiler.
Sayfa 49
İlk semâ Hazreti Ebu Bekir'e dayandırılır. Bir gün Hazre ti Peygamber (sav), sağ tarafında oturan Hazreti Ebu Bekir'e ba- karak şöyle dedi: "Allah'tan sana gelen bir selâmdan ötürü seni kutlarım. Cebrail şimdi geldi ve "Şu abaya sarınan sağındaki adam kimdir?" diye sordu. Ben, "Bu Ebu Bekir'dir. Mekke fethinden önce bütün malını benim için harcadı, beni tasdik etti, kızını bana nikāhladı." dedim. Cebrail, Allah'ın kendisine selâm gönderdiğini ve bu fakir halinde kendisinłen razı olup olmadı- ğını sorduğunu söyledi. Bunun üzerine Hazreti Ebu Bekir uzun bir süre ağladı, sonra ayağa kalkıp cezbeyle dönerek; "Ey Allah'ın Rasulü! Ben Allah'ın kazā ve kaderine razı ve teslim olmuşumdur." dedi. İşte bu vecd ile dönüş Mevlânâ yolunun alâmet-i farikası olmuştur. Mevlâna hazretleri Hazreti Ebubekir'in soyundandır. Meş- rebi de Hazreti Ebubekir'den gelen Kübreviyye tarikati üzerinedir. O, semâyı müzik olmadan, doğal olarak yapardı. O dönemde yaygın olan üç saz vardı: bendir, ney ve rebab. Mevlână hazretleri Mesnevî ve Dîvân-ı Kebir adlı kitaplarında musikiye ve saz aletlerine çokça vurgu yapar. Zaten Mesnevî'nin ilk beyti neyden bahsederek başlar. Bazıları onun rebab çaldığını söylerler. Ama bu kesin bir bilgi değildir.
Sayfa 50
Aşk Olsun
Dillerindeki tabirler de kendilerine hastır. Lamba "yakılmaz", "uyandırılır". Mum "söndürülmez", "dinlendirilir". Kapı "örtülmez", "sırlanır". Aynı şekilde insan "göçer", "ölmez". Ölü "gömülmez", "sırlanır". "Eyvallah" kelimesini hemen her şey için kullanırlar. Teşekkür, sitem, soru sormak, cevap vermek, kabul etmek, reddetmek için bıkmadan bu tabiri kullanırlar. "Ben" demezler "fakîr" derler. "Sen" demezler, "nazarım" der- ler. Su veya bir şey içene "afiyet olsun" yerine "aşk olsun" derler. Bu söze muhatap olan "aşkın cemâl olsun" der, bunun üzerine "aşk olsun" diyen kişi "cemâlin nur olsun" der. Bu kez mu- hatabı"nûrun alâ nûr olsun", yani "nur nur üstüne olsun" der. Mevlevî dervişleri birbirlerine "cân" derler.
Sayfa 53 - Mevlevilik
66 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.