İnsanın aklı ve kalbi sürekli bir savaş halindeydi. Muhteşem bir uyumsuzluk ve çekişme. İnsan bedeniyse mübareze alanıydı, bu uyumsuzluğun, bu korkunç savaşın. Savaşı başlatan da, savaşın galibi de zamandı
“Hava kuş için ne ise, zamanın da düşünce için öyle olduğunu, nasıl ki kuş ilerlemek için iki kanat vuruşu arasında havadan destek alırsa, insanın da iki düşünce arasında düşmemek için zamana dayandığını biliyorum; havanın gökyüzü olduğunu, zamanın Tarih olduğunu biliyorum; gökyüzünde atmosferin homojen olmadığını biliyorum: Yan yana iki nokta farklı baskılarla karşılaştığında, rüzgâr vardır; biliyorum ki artık yer değiştiren sadece kuş değildir, kuşu alıp götüren de, etrafında dönüp dengesini bozan da havanın kendisidir; zaman için de aynı sözkonusu olduğunu biliyorum: Yan yana gelen iki gün çok kuvvetli bir baskıya maruz kaldığında, zamanda ilerleyen şey insanın düşüncesi değildir artık, ilerleyen, insanın dengesini bozan ve onu yerinden eden zamandır.”
Eğer dopamin fazla olursa iç saatin hızlanmakta, az olursa yavaşlamakta. Bu durum, yaşlandıkça zamanın neden daha hızlı geçtiğini açıklıyor. Çünkü yaşlandıkça dopamin salgısında azalma meydana gelir ve bu azalma iç saatimizi yavaşlatarak zamanın daha hızlıymış gibi algılanmasına neden olur.
Zaman algımız yaşla da beraber değişiyor.
Hatırlasana çocukken bir türlü bitmek bilmeyen günlerin yaşlandıkça nasıl hızla geçtiği hepimizin deneyimlediği bir gerçek değil mi zaten?
Sen dünyaya benim derdin, senden o kalmış ola mı?
Sen dünyayı dost sanırdın, sana yüz vermiş ola mı?
Derlerdi inanmaz idin, hiç ölürüm sanmaz idin,
Ecel kurdu senin dahi, boynunu burmuş ola mı?
Yetmiş ömrün ahir olmuş, nazik tenin leke olmuş,
Gözlerin göğü sararmış, benzin de solmuş ola mı?
Fani dünyanın beyleri, giyerler türlü donları,
Yatmışlar kara toprağa, gözleri dolmuş ola mı?
Yunus Emre'm şerh eylemiş, vefasız dünya halinden,
Gönül gözü yaraların evliya silmiş ola mı?