Aileden öğrendiklerinle toplumdan gördüklerin çatıştığında; kendini şaşırmış, savunmasız hissedersin. Ta ki kendi doğrularını bulana, geliştirene ve kendinden emin olana dek.
İnsan etkilendikleriyle, sevdikleriyle, korktuklarıyla ve yargıladıklarıyla kendisine görünmez sınırlar çizebiliyor ve farkında olmadan o sınırların içerisinde hayatını sürdürüyor.
Geçmiş yıllarda bir asistanım vardı. Kendinden bahsetmeyi çok seven birisiydi. Aslında umut vaat eden bir tarafı da vardı. Asur tabletleri üzerine çalışmasını istemiştim. Çünkü Asur tabletlerinden muazzam kitaplar çıkarılabilirdi.
Anadolu'ya gelen tüccarların belgeleri, günümüze kalan mektuplar, tabletler . . .
O alana yönelseydi ona yol gösterecektim ve muhtemelen çok başarılı olacaktı . Ama dediğim gibi, kendinden bahsetmeyi çok severdi. Henüz hiçbir şey değilken her şey olduğunu düşündü. Yaptığın iş karşındakini tatmin ettiğinde methiyesini
mutlaka duyarsın. Ama methiye duymak için iş yaptığın zaman verdiğin emek de boşa gidiyor.
Tek prensibim var: Çalış, oku, boş durma ve aklını tutku haline getir. Kendini müşkül hissedenlere de bu prensibi öneriyorum. Ne zaman adımlarınız geri durursa, bilin ki hareket etmek ve yeni adımlar atmak için en doğru an, işte o
zamandır.
Hayatta kendi yolunu bulamayan başkasının yolunda yalpalar, bu kaçınılmaz. En önemlisi şu: Merak etmeliyiz. Ancak neden ve niçin diye soranlar üretmeye başlayabiliyorlar. Bu soruları sormazsak, çaresi yok, ot gibi yaşıyoruz.
Şehirlerde yoldan geçenlerin gözlerinde rastladım ölüme; doğanın ortasında ise yaprakların hışırtısında. Ama daha sıklıkla da kalbin sessizliklerinde rastgeldim ölüme