"Ah insanoğlunun şu hırsları!" diye haykırıyorsunuz.
Aynen öyle... Örneğin, az önce havaya fırlattığınız şu sevimsiz şapkanız gibi
uçmayı başaran insanın, minik bir kuşa dönüştüğünü sanıp zafer çığlıkları
atması! Tam bu sözleri söylerken, bir minik kuş -gerçeği tabii- uçarak yanımızdan geçiyor. Gördünüz mü? Neşeli ötüşüne kendiliğinden eşlik eden ahenkli hareketlerle, nasıl da büyük bir doğallık ve kolaylıkla uçuyor. Şimdi bir de insanoğlunun o gürültülü, aksak ve biçimsiz aracını ve kuş olacağım diye duyduğu ölümcül korkuyu, kaygıyı, telaşı aklınıza getirin! Bir yanda çırpışan kanatlar ve neşeli bir ötüş; diğer yanda ise gürültülü, pis kokan bir motor ve kollarını açmış bekleyen ölüm. Motor bir arızalansa, bir dursa, elveda sana minik kuş!
Tam burada, çimlerin üzerinde uzanmaya devam ederek, "İnsanoğlu,” diyorsunuz, “uçmayı bırak. Neden uçmak istiyorsun? Ne zaman uçmuştun ki?”