Yaşam ve ölüm, kelimelerle tanımlayacağınızdan öte, çok uzun zamandır birbirlerine âşıktır. Yaşam, ölüme sayısız hediyeler gönderir... Ve ölüm onları sonsuza dek saklar.
Bana bir şey söyle
İlkbahar gibi
Çiçek aç mesela
Veya yağ rahmet olarak içime
Veya gökkuşağı ol sar ruhumu
Bir şey söyle
Sözü aşsın öze değsin
Bir şey söyle
Yanındayım mesela...
Desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır
Rüzgarların en ferahlatıcısı sende esiyor
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini
Ormanların en kuytusunu sende görmekteyim
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm
Sende tattım yemişlerin cümlesini
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su
Çoğu insan ruhu değil cismi görür, cisme göre hüküm verir, cisme göre tanımaya çalışır, cisme bakar ve yargılar. Asıl olan ruhu görmezler. Ruh dolaşıp kendi yerini bulur, ait olduğu yeri. Engel koyarlar yoluna. Bastırırlar. Sustururlar. Bilmezler ki susturdukları sadece senin dış görünümün, yani cismin. Ama ruhun haykırıyor. Ve ruh o zorlukları aşıp kendi ait olduğu yere gider. Bütün yanlış hükümleri geride bırakarak, kendi yoluna bakar ve onu görmedikleri için engel olamazlar.
Artık mutlu değilim, acı çekiyorum. Hayat bu mudur sordum kendime. Evet hayat budur. Acı çekmek de hayatın bir parçasıdır. Ya da daha doğrusu bu da hayattır, hayat bu anlardan ibarettir. Hayat bu andır. Sonrası yok ki. Bir an bir nefes kadardır derler. Bir nefes kadar da değildir. Bu an nefes almaktır, o nefesi verebilir miyiz onu da bilmiyoruz. O nefesi verebilmek de sonraki andır, o anın gelip geleceğini bilmiyoruz. Çünkü bir kere ölüyoruz. Ve sadece bir kere yaşıyoruz. Acıysa sonuna kadar acının tadına varmak, iliklerimize kadar hissetmek...