“Meğer ne doldurulmaz bir derinlikmiş yokluğun, kaderde bu sensizlik de varmış, her insanın yüzünde sana benzeyen bir şey aramak da varmış
sesini duymak varmış şarkılarda, bütün kitaplarda seni okumak varmış, meğer ne dayanılmaz bir şeymiş yokluğun.”
Sen geliyorsun; kuşlar geliyor bahçelerden Papatya kokusu bir de, sen gelmeden önce
Nasıl tanıyorum bilsen geçtiğin sokakları Biraz mahmur oluyor bakışları
Ölü kelebekler görüyorum sokak köşelerinde Duvar diplerine bırakılmış acılar
Yorgun ihtiyarlar bir de, gençliklerini arayan
Sen tüm sokaklardan geçmişsin meğer Bir asker ağlıyor bir kenarda sessizce Yavuklusunun adını unutmuş gözlerinde
Ne zaman biteceğini askerliğinin
Nereye gideceğini, kim olduğunu
Aklının karıştığı mahzenlerde
Bir adam izlerine bakıyor delicesine
Şimdi sen geliyorsun, biliyorum
Hayallerim geliyor, umutlarım, mutluluğum Hiçbir şeyi görmüyor gözlerim
Gireceğin kapıdan başka
Bu kaçış neyin nesi?
Peki ya bu muhafazakarlık?
Peki ya bu merhamet?
Peki ya bu iyilik?
Peki ya bu dürüstlük?
Peki ya bu yeniden, yeniden ve yeniden ayağa kalkmalar?
Peki ya bu ölüp ölüp dirilmeler?
Çünkü biz ahirete iman ederiz, Müslümanız ve biliriz ki hayat bu dünya ile sınırlı değil.
Ölümü öldüremiyor, kabir kapısını da kapatamıyoruz. Öyleyse
Ne oldu sana?” sorusunun önemli bir parçası da, “Sana ne olmadı?”dır. Hangi ilgiler, şefkatli dokunuşlar, rahatlatıcı davranışlar, yani hangi sevgiler senden esirgendi? Meğer ihmal de travma kadar zehirliymiş.”
...
Ne olmadı sana?
Hangi ilgiler
şefkatli dokunuşlar
rahatlatıcı davranışlar
yani hangi sevgiler senden esirgendi?
Meğer ihmal de travma kadar zehirliymiş...
.
Değer vermek, fedakârlık gerektirir kardeş. Kuru kuruya değer, değersizlikle eşdeğermiş meğer. İnsan doğru kişiye/şeye, doğru zaman ve yerde lillah için değer verdiğinde feda edip kâr edebiliyor.
Kâr amacı gütmeden.