Ölüm döşeğindekilerin affedilmeleri gerektiğinden emin değilim. Her insan ömrü sona ererken sayacı sıfırlamak; bazılarının zulmünü ve aç gözlülüğünü, bazılarının da merhamet ve fedakârlığını sahte bir sofulukla kâr ve zarar hanelerine kaydedip geçmek fazla basit bir çözüm olurdu. Katiller ve kurbanları, zalimler ve mazlumlar ölüm gelip çattığında eşit ölçüde masum sayılacaklar, öyle mi? Her halükarda benim için öyle değil. Benim bakış açıma göre, suçun cezasız kalması da adaletsizlik kadar ahlak bozucudur. Gerçeği söylemek gerekirse, bunlar aynı madalyonun iki yüzüdür.
Bazı insanlar ancak yazarken düşünür. Adam da onlardandi. Bu onun için hem bir ayrıcalık hem de bir engeldi.
Eli kalem tutmadığı zaman zihni daldan dala atlıyor, fikirleri ehlileştiremiyor veya bir mantık inşa edemiyordu. Düşüncelerinin bir düzene girmesi için yazmaya başlaması şarttı. Onun için düşünmek, elle yapılan bir etkinlikti.
Bir anlamda nöronları parmak uçlarındaydı. Neyse ki parmakları becerikli ve oynaktı.
"Sen benim,
Esaretim ve Hürriyetimsin,
Çıplak bir yaz güneşi altında yanan etimsin,
Sen, memleketimsin...
Elâ gözlerinde yeşil hâreler,
Büyük, mağrur ve Muzaffer,
Ulaşılmadıkça ulaşılmaz olan, Hasretimsin..."