Abdülhamid ile itimadını kaybeden Sadrazamlar arasında, bazen sonderecede garip olaylar geçerdi. Sait Paşa ilk defa sadaret makamına geldikten (1879) yirmi gün sonra, islahat hakkında saraya bir lâyiha sunmuştur. Bu lâyihada islahatın Kanunu Esasiye istinat ettirilmesi lüzumundan bahsedilmiş olması Abdülhamid'i çok sinirlendirmiş ve Sait Pasa'yı bir hayli azarladıktan sonra hıncını alamadığı için belinde taşıdığı hançeri çekerek üzerine yürümüştür.
Kemal Tahir ' in esir şehir üçlemesi
Cengiz dağcı- korkunç yıllar, yurdunu kaybeden adam, onlarda insandı,o topraklar bizimdi
Hüseyin Nihal atsız - Bozkurtlar, Türk tarihinde meseleler
Erol Güngör - Sosyal meseleler ve aydınlar
İhsan Fazlıoğlu - Akıllı Türk makul talih
"[Cengiz Han] Amerikalı tarihçi Michael H. Heart'a göre tarihin en etkili 100, National Geographic kanalına göreyse de tarihin en önemli 50 siyasi liderinden biriydi."
Biatten sonra, Mehmet Rüştü, Hüseyin Avni ve Mithat Paşaları sarayda, sözde padişahı muhtemel bir tehlikeye karşı korumak için kalmaları da, Sultan Murat'ın ruh hali üzerinde menfi tesir yaptı. Bu üç zattan her biri padişahı kendi fikrine getirmek için çalıştı. Hüseyin Avni Paşa, bilhassa, ona ordu sayesinde tahta çıkmış bulun duğunu dolayısiyle kendisine minnettar kalması gerektiği fikrini telkin etmeye çalıştı. Mithat Paşa, kanun-i esasinin ilanı lüzumundan, Mehmet Rüştü Paşa ise bu işin henüz mevsimsiz olduğundan bahsettiler. Padişah bu üç ateş arasında ne yapacağını şaşırmıştı. İradesiz, kararsız ve isteksiz davranışı karşısında üçlü gurup muvazaa usulleriyle padişah adına memleketi idare etmeye başladılar. Bu suretle, memlekete hürriyet ve meşrutiyet getirilmedikten başka İmparatorluğun tek hür adamı da birbirlerini sevmeyen ve anlamıyan üç kodamanın istibdadı altına girdi.
Devlet eliyle bir endüstri yaratılmasına gelince, bunun için de bilgiye, yorulmadan bir çalışma kudretine ve paraya ihtiyaç vardı. Halbuki, Osmanlı devlet adamları modern ekonomi bilgisinden mahrumdular. Endüstrinin, maliye, ziraat, ticaret ve nafia ile münasebetlerini kavrayamamışlardı. Bu yönden rasyonel bir ekonomi programları yoktu. Bu sahalarda yaptıkları veya yapar göründükleri ıslahat perakende ve sathi idi. Sıhhatli bir maliye politikaları da yoktu. Ziraatin ne şekilde geliştirileceğini bilemiyorlardı. Ticarette Avrupa'nın liberalizm sistemini kabul etmişler ve kapitülasyonların zararı azmış gibi, yeni ticaret muahedeleriyle memleketin iç pazarlarını da yabancı sermayesine ve ticaret eşyasına açmışlardı. Bu şartlar içinde Abdülmecit devrinde, askerî sanayi müesseseleri dışında devlet eliyle kurulan birkaç fabrikayı yaşatmak bile güçleşmişti.
Bizde her devirdeki anlayış " Makyaj" yani biz hep dışa bakıyoruz, içerikle ilgili bilgimiz olmadığı gibi öğrenmeye dahi tenezzül etmiyoruz. 1856 ilk dış borçla başlayan borç bataklığı 1881'de zirve yapacak ve Duyunu Umumiye ile birlikte tüm gelir getiren kurumlar yabancıların eline geçecekti. Uzun süreli bir ekonomik işgal söz konusu alacak bu işgalin son taksidi ancak 1950'lerde ödenecekti. Aynı sistem yap-işlet ve devret içinde geçerli, biz dış kısmına bakyoruz iç kısmında ise ekonomik bağımsızlığımızı kaybettiğimizi göremiyoruz. Onlarca yıl geçse de değişmeyen tek şey bizim bu " Makyaj" anlayışımız..