Bütün bu karışıklığın nedeni insan bilgisinin -ayrımlayan ve ayrımlamayan şeklinde- iki farklı yoldan elde edilmesidir.* İnsan lar genellikle, dünyanın hatasız olarak bilinebilmesinin yalnızca ayrımlama ile mümkün olabileceğine inanırlar. Bu nedenle, genel likle kullanıldığı şekliyle “doğa” sözcüğü, ayrımlayan zekâ tarafın dan algılandığı haliyle doğayı ifade eder. Ben, insan aklı tarafından yaratılmış boş doğa imgesini kabul etmiyorum ve bu imgeyi, ayrımlamayan kavrayış tarafından de- neyimlendiği haliyle doğanın kendisinden açık bir şekilde ayırıyo rum. Eğer doğanın yanlış kavranmasının kökünü kazırsak, inanı yorum ki, dünyanın düzensizliğinin temeli ortadan kalkacaktır. Batı’da doğa bilimi, ayrımlayan bilgiden doğdu; Doğu’da yin- yang ve Ai Çing felsefeleri de aynı kaynaktan doğdu. Ama bilim sel gerçeklik mutlak gerçekliğe asla erişemez ve felsefeler, en nihayetinde, dünyanın yorumlanmasından başka bir şey değildir ler. Bilimsel bilgi tarafından kavrandığı haliyle doğa, harap edilmiş bir doğadır; iskeleti olan ama ruhu olmayan bir hayalettir. Felsefî bilgi, insan kurgulaması tarafından yaratılmış bir teoridir, ruhu olan ama yapısı olmayan bir hayalettir. Ayrımlamayan bilgi, doğrudan sezgi haricinde bir yolla anla şılamaz, ama insanlar, buna “içgüdü” diyerek, aşina oldukları bir çerçeveye sokmaya çalışırlar. Gerçekte bu, adlandırılamaz bir kaynaktan gelen bilgidir. Eğer doğanın gerçek görüntüsünü bilmek istiyorsanız, ayrımlayan aklı terk edin ve görecelik dünyasının öte sine geçin. En başında, ne doğu ne batı, ne dört mevsim ne de yin ve yang vardır.